Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Şubat 2013 Çarşamba

SURİYELİ MÜLTECİLERİN SONU NE OLACAK?

Selamınaleyküm okurlar nasılsınız bakiyim? Şu mültecilerle ilgili kafama takılan birkaç konu var, sizinle de paylaşmak istedim, ilgisini çekenler buyursun okumaya...

Bu yazımı yazarken tarih 26 şubat 2013. Şu linkteki kaynağa göre 13 şubat 2013 tarihi itibarıyla Suriyeli mülteci sayısı 270 bini aşmış durumda. Bunların 177 387si kayıtlarda yer alırken, Birleşmiş Milletlerin kaynaklarına göre kayıt dışı olan daha bi yüz bin mülteci daha varmış. Okurlarım, biz bunları bünyemize alıyoruz tamam da, nereye kadar sürecek bu iş? Bu linkten edindiğim bilgiye göre, ki bu haberin tarihi de 15 ocak 2013, Esed'den kaçan Suriyeli mültecilere o güne kadar yapılan yardım 609 milyon lira. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan söylüyor bunu. Ayrıca şunu da ekliyor, tüm dünyanın bu mülteciler için yaptıkları yardımlar sadece 30 milyon dolar. Biz niye seferber ediyoruz ki kendimizi bu kadar? Tamam zorda kalana tabi ki yardım edeceğiz, ama yöneticilerin önceliği kendi milleti olmalıdır. Türkiye'nin batısında insanlar asgari ücretle, kimisinin sigortası bile yok, kıt kanaat geçinmeye çalışıyorlar, bunca para bunca ödediğimiz vergiler nereye gidiyor? Tüm dünya devletleri içinde bir tek biz miyiz? 739 liradan 773 liraya çıktı, ama buna karşılık akla gelen herşeye yapılan zamlarla insanların satın alma gücü düştü. Hükümet birşeylere masraf yapıyor ama vatandaşa hiç sormuyor, sonra da parasını vatandaştan çıkarıyor.


doğalgazınız,


ehliyet harçlarınız,


trafik cezalarınız,


emlak vergileriniz,

motorlu taşıt vergileriniz ve bunun gibi daha akla gelebilecek birçok şeye zam geldi. Denetimler sıklaştırıldı, ki kesilen cezalar devlet sermayesine fayda sağlasın. Artık devlet görevlileri resmen bi hatamızı arar olmaya başladılar. Haksız mıyım sayın okurlar? Sizce de böyle değil mi yani ben mi yanlış düşünüyorum?

Bu anlattıklarımın yardım etmek=teröristlik oldu konulu yazımla da alakalı aslında. Şimdi gelelim bu tuhaf olayların iç yüzünü anlatmaya.

Olay 1950li yıllara değin uzanıyor aslında. Adnan Menderes Hükümeti başta. Güney Kore ve ABD'nin müttefiki olarak Türkiye'den asker gönderiliyor. Bu aslında bi niyet belirtisi, biz de NATO' da yer almak istiyoruz gibisinden, ve alınıyor da. 18 şubat 1952'de NATO'ya resmen dahil oluyoruz ve sonra dış güçler topraklarımızda askeri üsler kuruyorlar. Düşünebiliyor musunuz, resmen ABD'nin müttefiki oluyoruz. Yani ne zaman onun güvenliğini tehdit edecek bir durum olsa, tıpkı bizim güvenliğimiz tehdit edilmiş gibi yardıma koşacağız. Düşmanla hiç müttefik olunur mu söyler misiniz? Siz bir yılanın sizi sokmayacağından emin olabilir misiniz? Veya bir aslanın sizi parçalamayacağından emin olabilir misiniz? Durum çok garip, neden garip, çünkü Menderes gibi bir liderin zamanında bu işe kalkışmışız. Bu ona baskıyla mı yaptırıldı yoksa seve seve mi yaptı orasını Allah bilir. Ama bildiğim birşey var ki hiç iyi olmadı. Yine aynı şey Birleşmiş Milletler için de geçerli. Bunların ikisi de siyonist düzene hizmet eden kuruluşlar, nerden biliyorsun demeye gerek yok, yapılan icraatler ortada. Kaldı ki, Suriye bize bomba attığında haber bültenleri bunu sunmadı, belki de sunamadı bilemem. Olay örtbas edilmeye çalışıldı. Biz bir antlaşmanın üzerine isteyerek veya zorla imza atmışız, ve bu attığımız imzanın da belasını çekiyoruz. Kurtuluş Savaşı'nda dedelerimiz bunları tanımamışlar, canlarını feda etmişler. Evet, belki onların yiyeceği, giyeceği yoktu, fakirlik vardı, ama şerefleriyle öldüler, ve biz onları arkalarından gururla anıyoruz. Peki cumhuriyet kurulduktan sonra ne oldu? Canımızın derdine düştük, Allah'tan korkulmadı, düşmandan korkuldu. Dünya malı ve canımız tatlı geldi. Bu yüzden de şu an Allah bizi şereften yoksun bi halde yaşatıyor, bu atılan imzaların bedelini böyle ödüyoruz. Müslümanlara terörist diyen bir ülkenin sözde müslüman müttefikiyiz biz. Neden? Çünkü karşı çıkarsak büyük biraderler bizle külahı değişir. Çünkü karşı çıkarsak kredi notumuz düşer. Karşı çıkarsak savaş açarlar, malımız mülkümüz canımız gider elden. İyi de kardeşim, nasıl olsa öleceksin... Nasıl olsa o can da, mal da, mülk de senden alınacak.. Bırak bari şerefin yerinde kalsın. Herşeyini kaybedeceksin ama bari şerefini namusunu kaybetme. İşte bunu diyebilen anca bir iki kişi çıkar. İnternette sosyal medyada cafcaflı sözler söylerler, atıp tutarlar, sanırsın çilekeş, sanırsın dünyadaki her olayın sırrını çözmüş, ama gel gör ki anca klavye delikanlılığıdır bu. 

Olayın bi de şu kısmı var, sen Irak'ta savaş oldu ses çıkarmadın, Çeçenistan'da oldu ses çıkarmadın, Filistin desen zaten hak getire.. Buradaki insanları niye mülteci olarak kabul etmiyorsun da, özellikle Suriye mültecilerine ilgi duyuyorsun? Bakın size ne göstereceğim:


Bu çocuklar İstanbul'un Fener semtindeki Çeçen Kampından mülteci çocuklar. 18.11.2010 tarihli Taraf gazetesinin şu linkteki haberine göre bu kampta yaşayan aileler devletin onları unuttuğunu düşünüyor ve artık birilerinin onları farketmesini istiyor. Bakın bu insanlar da müslüman. Bunların Türkiye'de resmi manada mülteci statüsü bile yok, çalışma izinleri yok, sigorta yok yok yok. Devlet bunları neden görmedi o kadar yardımsever madem? Alın size bi link daha veriyorum, bu da 27 ocak 2010 tarihli haber ve Çeçen kampına gelen 510 bin liralık doğalgaz faturalarını ödeyemediklerini, bu sebeple kış ortasında doğalgazlarının kesildiği yazıyor.

Yapbozun parçaları biraz daha yerine oturuyor değil mi sayın okurlar? Şimdi size bi haber daha göstereceğim, biraz daha yapboz yapalım, sonra konuyu bağlayıp bitircem. Şu linkteki haber kaynağı Angelina Jolie'nin Gaziantep'e mülteci kamplarını incelemeye gelmesiyle ilgili. Birleşmiş Milletler iyi(!) niyet elçisi sıfatıyla gerçekleştiriyor ziyaretini. Gözlemleyip büyük biraderlere rapor verecek işte, o hesap. Jolie çok etkileyici olduğunu söylemiş ve hiçbir yerde bunun gibi kamp görmemiş, bi de Türk milleti olarak çok fedakarmışız da bilmem ne bilmem ne bissürü ıvır zıvır var üşenmeyen okusun. Şimdi buraya kadar anlattıklarımı analiz edelim. Öncelikle size İsrail'in hak iddia ettiği vaad edilmiş topraklar denilen alanı göstereyim:


Görüleceği üzere Suriyeliler tam da vaad edilmiş toprakların olduğu yerlerde ikamet ettiriliyor. Şimdi diyeceksin, sınıra yakın olduğu içindir, hayır değil. Ona bakarsan Van'da deprem olduğunda depremzedelere taa İstanbul'da kiralık ev tutuldu. Van nere, İstanbul nere. Her neyse. Bakın bu mültecileri neden bu kadar ciddiye alıyorlar? Vaad edilmiş toprakların tıpkı öteki yerlerindeki gibi bizim sınırlarımız içinde de bir savaş çıkarmaya mı niyetleri var? Tıpkı diğer ülkelerde yaptıkları sünni-şii çatışmalarına benzer kutuplaşmalar mı yaşanacak? Yani olursa hiç ama hiç şaşırmam. Çünkü bi yerde Birleşmiş Milletler, NATO, vb. siyornist örgütlenmeler varsa, orada Yahudi emellerine hizmet var demektir. Kaldı ki bu PKK meselesi de kürt meselesi değildir, olay tamamen vaad edilmiş topraklarla alakalı birşey. 

Adamlar çok uyanık biliyor musunuz? Biz savaşla falan uğraşmayalım, bunun maliyetine girmeyelim, bunların arasına fitne sokalım da yesinler birbirlerini diyorlar. Arap Baharı denilen olay mesela... Karışan ülkelerin hepsinin de ekonomisi zayıfladı isyanlardan sonra. Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan oldular. Sonunda ne mi oldu? müslüman ekonomiler birbirini yerken, siyonist ekonomiler kazanmaya devam etti, aynı zamanda bu yolla silah satışından da turnayı gözünden vurdular. Benzer ayrımcılık olayları da Türkiye'de yıllardır oluyor zaten. Türk-Ermeni, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Sağcı-Solcu, Dinci-Laik gibi kavramlarla aylarca gündemimiz oyalandı. Günümüzde de Cemaatçi-Ergenekoncu kutuplaşması bariz olan. Bunlardan birini seçmek zorunda bırakıldı insanlar, seçmemek adeta suçtu, ihanetti.

Her neyse.. Onu bunu bi kenara bırakalım da, insanın en çok canını yakan şerefinin siyonist ayakları altında ezilmesine izin verilmiş olması..

Allah'a emanet olun. Bol "şeref"li günler dilerim.

Hiç yorum yok: