Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Şubat 2013 Çarşamba

SURİYELİ MÜLTECİLERİN SONU NE OLACAK?

Selamınaleyküm okurlar nasılsınız bakiyim? Şu mültecilerle ilgili kafama takılan birkaç konu var, sizinle de paylaşmak istedim, ilgisini çekenler buyursun okumaya...

Bu yazımı yazarken tarih 26 şubat 2013. Şu linkteki kaynağa göre 13 şubat 2013 tarihi itibarıyla Suriyeli mülteci sayısı 270 bini aşmış durumda. Bunların 177 387si kayıtlarda yer alırken, Birleşmiş Milletlerin kaynaklarına göre kayıt dışı olan daha bi yüz bin mülteci daha varmış. Okurlarım, biz bunları bünyemize alıyoruz tamam da, nereye kadar sürecek bu iş? Bu linkten edindiğim bilgiye göre, ki bu haberin tarihi de 15 ocak 2013, Esed'den kaçan Suriyeli mültecilere o güne kadar yapılan yardım 609 milyon lira. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan söylüyor bunu. Ayrıca şunu da ekliyor, tüm dünyanın bu mülteciler için yaptıkları yardımlar sadece 30 milyon dolar. Biz niye seferber ediyoruz ki kendimizi bu kadar? Tamam zorda kalana tabi ki yardım edeceğiz, ama yöneticilerin önceliği kendi milleti olmalıdır. Türkiye'nin batısında insanlar asgari ücretle, kimisinin sigortası bile yok, kıt kanaat geçinmeye çalışıyorlar, bunca para bunca ödediğimiz vergiler nereye gidiyor? Tüm dünya devletleri içinde bir tek biz miyiz? 739 liradan 773 liraya çıktı, ama buna karşılık akla gelen herşeye yapılan zamlarla insanların satın alma gücü düştü. Hükümet birşeylere masraf yapıyor ama vatandaşa hiç sormuyor, sonra da parasını vatandaştan çıkarıyor.


doğalgazınız,


ehliyet harçlarınız,


trafik cezalarınız,


emlak vergileriniz,

motorlu taşıt vergileriniz ve bunun gibi daha akla gelebilecek birçok şeye zam geldi. Denetimler sıklaştırıldı, ki kesilen cezalar devlet sermayesine fayda sağlasın. Artık devlet görevlileri resmen bi hatamızı arar olmaya başladılar. Haksız mıyım sayın okurlar? Sizce de böyle değil mi yani ben mi yanlış düşünüyorum?

Bu anlattıklarımın yardım etmek=teröristlik oldu konulu yazımla da alakalı aslında. Şimdi gelelim bu tuhaf olayların iç yüzünü anlatmaya.

Olay 1950li yıllara değin uzanıyor aslında. Adnan Menderes Hükümeti başta. Güney Kore ve ABD'nin müttefiki olarak Türkiye'den asker gönderiliyor. Bu aslında bi niyet belirtisi, biz de NATO' da yer almak istiyoruz gibisinden, ve alınıyor da. 18 şubat 1952'de NATO'ya resmen dahil oluyoruz ve sonra dış güçler topraklarımızda askeri üsler kuruyorlar. Düşünebiliyor musunuz, resmen ABD'nin müttefiki oluyoruz. Yani ne zaman onun güvenliğini tehdit edecek bir durum olsa, tıpkı bizim güvenliğimiz tehdit edilmiş gibi yardıma koşacağız. Düşmanla hiç müttefik olunur mu söyler misiniz? Siz bir yılanın sizi sokmayacağından emin olabilir misiniz? Veya bir aslanın sizi parçalamayacağından emin olabilir misiniz? Durum çok garip, neden garip, çünkü Menderes gibi bir liderin zamanında bu işe kalkışmışız. Bu ona baskıyla mı yaptırıldı yoksa seve seve mi yaptı orasını Allah bilir. Ama bildiğim birşey var ki hiç iyi olmadı. Yine aynı şey Birleşmiş Milletler için de geçerli. Bunların ikisi de siyonist düzene hizmet eden kuruluşlar, nerden biliyorsun demeye gerek yok, yapılan icraatler ortada. Kaldı ki, Suriye bize bomba attığında haber bültenleri bunu sunmadı, belki de sunamadı bilemem. Olay örtbas edilmeye çalışıldı. Biz bir antlaşmanın üzerine isteyerek veya zorla imza atmışız, ve bu attığımız imzanın da belasını çekiyoruz. Kurtuluş Savaşı'nda dedelerimiz bunları tanımamışlar, canlarını feda etmişler. Evet, belki onların yiyeceği, giyeceği yoktu, fakirlik vardı, ama şerefleriyle öldüler, ve biz onları arkalarından gururla anıyoruz. Peki cumhuriyet kurulduktan sonra ne oldu? Canımızın derdine düştük, Allah'tan korkulmadı, düşmandan korkuldu. Dünya malı ve canımız tatlı geldi. Bu yüzden de şu an Allah bizi şereften yoksun bi halde yaşatıyor, bu atılan imzaların bedelini böyle ödüyoruz. Müslümanlara terörist diyen bir ülkenin sözde müslüman müttefikiyiz biz. Neden? Çünkü karşı çıkarsak büyük biraderler bizle külahı değişir. Çünkü karşı çıkarsak kredi notumuz düşer. Karşı çıkarsak savaş açarlar, malımız mülkümüz canımız gider elden. İyi de kardeşim, nasıl olsa öleceksin... Nasıl olsa o can da, mal da, mülk de senden alınacak.. Bırak bari şerefin yerinde kalsın. Herşeyini kaybedeceksin ama bari şerefini namusunu kaybetme. İşte bunu diyebilen anca bir iki kişi çıkar. İnternette sosyal medyada cafcaflı sözler söylerler, atıp tutarlar, sanırsın çilekeş, sanırsın dünyadaki her olayın sırrını çözmüş, ama gel gör ki anca klavye delikanlılığıdır bu. 

Olayın bi de şu kısmı var, sen Irak'ta savaş oldu ses çıkarmadın, Çeçenistan'da oldu ses çıkarmadın, Filistin desen zaten hak getire.. Buradaki insanları niye mülteci olarak kabul etmiyorsun da, özellikle Suriye mültecilerine ilgi duyuyorsun? Bakın size ne göstereceğim:


Bu çocuklar İstanbul'un Fener semtindeki Çeçen Kampından mülteci çocuklar. 18.11.2010 tarihli Taraf gazetesinin şu linkteki haberine göre bu kampta yaşayan aileler devletin onları unuttuğunu düşünüyor ve artık birilerinin onları farketmesini istiyor. Bakın bu insanlar da müslüman. Bunların Türkiye'de resmi manada mülteci statüsü bile yok, çalışma izinleri yok, sigorta yok yok yok. Devlet bunları neden görmedi o kadar yardımsever madem? Alın size bi link daha veriyorum, bu da 27 ocak 2010 tarihli haber ve Çeçen kampına gelen 510 bin liralık doğalgaz faturalarını ödeyemediklerini, bu sebeple kış ortasında doğalgazlarının kesildiği yazıyor.

Yapbozun parçaları biraz daha yerine oturuyor değil mi sayın okurlar? Şimdi size bi haber daha göstereceğim, biraz daha yapboz yapalım, sonra konuyu bağlayıp bitircem. Şu linkteki haber kaynağı Angelina Jolie'nin Gaziantep'e mülteci kamplarını incelemeye gelmesiyle ilgili. Birleşmiş Milletler iyi(!) niyet elçisi sıfatıyla gerçekleştiriyor ziyaretini. Gözlemleyip büyük biraderlere rapor verecek işte, o hesap. Jolie çok etkileyici olduğunu söylemiş ve hiçbir yerde bunun gibi kamp görmemiş, bi de Türk milleti olarak çok fedakarmışız da bilmem ne bilmem ne bissürü ıvır zıvır var üşenmeyen okusun. Şimdi buraya kadar anlattıklarımı analiz edelim. Öncelikle size İsrail'in hak iddia ettiği vaad edilmiş topraklar denilen alanı göstereyim:


Görüleceği üzere Suriyeliler tam da vaad edilmiş toprakların olduğu yerlerde ikamet ettiriliyor. Şimdi diyeceksin, sınıra yakın olduğu içindir, hayır değil. Ona bakarsan Van'da deprem olduğunda depremzedelere taa İstanbul'da kiralık ev tutuldu. Van nere, İstanbul nere. Her neyse. Bakın bu mültecileri neden bu kadar ciddiye alıyorlar? Vaad edilmiş toprakların tıpkı öteki yerlerindeki gibi bizim sınırlarımız içinde de bir savaş çıkarmaya mı niyetleri var? Tıpkı diğer ülkelerde yaptıkları sünni-şii çatışmalarına benzer kutuplaşmalar mı yaşanacak? Yani olursa hiç ama hiç şaşırmam. Çünkü bi yerde Birleşmiş Milletler, NATO, vb. siyornist örgütlenmeler varsa, orada Yahudi emellerine hizmet var demektir. Kaldı ki bu PKK meselesi de kürt meselesi değildir, olay tamamen vaad edilmiş topraklarla alakalı birşey. 

Adamlar çok uyanık biliyor musunuz? Biz savaşla falan uğraşmayalım, bunun maliyetine girmeyelim, bunların arasına fitne sokalım da yesinler birbirlerini diyorlar. Arap Baharı denilen olay mesela... Karışan ülkelerin hepsinin de ekonomisi zayıfladı isyanlardan sonra. Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan oldular. Sonunda ne mi oldu? müslüman ekonomiler birbirini yerken, siyonist ekonomiler kazanmaya devam etti, aynı zamanda bu yolla silah satışından da turnayı gözünden vurdular. Benzer ayrımcılık olayları da Türkiye'de yıllardır oluyor zaten. Türk-Ermeni, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Sağcı-Solcu, Dinci-Laik gibi kavramlarla aylarca gündemimiz oyalandı. Günümüzde de Cemaatçi-Ergenekoncu kutuplaşması bariz olan. Bunlardan birini seçmek zorunda bırakıldı insanlar, seçmemek adeta suçtu, ihanetti.

Her neyse.. Onu bunu bi kenara bırakalım da, insanın en çok canını yakan şerefinin siyonist ayakları altında ezilmesine izin verilmiş olması..

Allah'a emanet olun. Bol "şeref"li günler dilerim.

26 Şubat 2013 Salı

HAKKINI ARAYACAĞIN YER

Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dava etmek ve onlara müracaat etmek; bir haksızlıktır, hakka karşı bir hürmetsizliktir..Bediüzzaman Said Nursi (r.a)

25 Şubat 2013 Pazartesi

HİPNOZ ETKİSİ

Selamınaleyküm okurlar ne var ne yok? Bugün biraz canım sıkkın ama birkaç şey karalamak geldi içimden. Bilmem, siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

23 Şubat 2013 Yeteneksizsiniz Türkiye Programı Star TV reytingi TNS ölçümlerine göre %8,5 ile en çok izlenen program oldu. Kaynağı da işte bu.

O akşam PSY şu meşhur şarkısını söyledi ve bütün salon jüri de dahil dans ettiler. İnsanlar daha PSY gelir gelmez ayağa kalktılar.


PSY'ın açıklamasına göre gangnam style videosunu en çok seyreden 3. ülkeymişiz. Kore'yi bile geçmişiz sıralamada.

Kardeşim noluyor yaa? Biri bana bunun açıklamasını yapabilir mi? Ne bu saygı gösterileri çığlıklar sevinmeler falan? Nesini seviyorsun? Sana bi iyiliği mi dokundu? Canını malını birşeyden mi kurtardı? Sana cenneti falan mı garantiledi? Kim bu adam ki neyin nesi de sen bu kadar cezbeye geliyorsun? Amacın ne ki? Sinir oluyorum yaa yemin ederim gıcık oluyorum bunları görünce, yaa senin dünya ahiret bütün dertlerin bitti de sıra buna mı geldi? Allahım ya Rabbim yaa.

Bi de tisörtlerini giymişler, şuraya bak.


Aylak mısınız olum siz? Bi gidin işinize yaa. Ülkeyi sattılar özelliştirmeler, anlaşmalar bilmem ne. Doğuda kan akıyor, siz anca iki elinizi ileri doğru uzatın da gangam dansı yapın aylakçılar sizi. Allahım ya Rabbim yaaa. Daha devam etmiyorum bu yazıya çok sinirlendim. Hadi güle güle Allah'a emanet olun.


24 Şubat 2013 Pazar

İNSANLARI SALAK YERİNE KOYMAK

Selamınaleyküm okurlar naber?:) İnşallah iyisinizdir. Son birkaç gündür "Rosemary's Baby" isimli bi filmle ilgili birçok soru işareti kafama takıldı, sorularıma cevap arıyordum ki, tam da aradığımı bulmamı sağlayan bi siteyle karşılaştım, biraz kendi bulduklarımla, biraz da bu siteden faydalandığım bilgilerle yeni bi yazı yazmaya niyetlendim, inşallah fayda sağlar size. Buyrun okumaya:

Müsaadenizle önce filmden biraz bahsedeyim. Yönetmen koltuğunda Roman Polanski oturuyor, 1968 yapım. Bu 1968 tarihini bi yere not alıp devam edelim, ileride lazım olacak. Rosemary rolünde oynayan hanfendi Mia Farrow, o da işte burda:


Selam all-eye-seeing, tanıştığımıza memnun oldum.

Film korku filmi kategorisinde geçiyor kayıtlarda, IMDb puanı 8,0. Roman Polanski'nin en çok beğenilen filmleri arasında. Filmin akışına baktığımda gerçekten filmin sonuna doğru acaba filmin sonu ne olacak dedirtiyor insana. Ara sıra müstehcen sahneler de beliriyor, o yüzden mutlaka izlemelisiniz demeyeceğim, zaten maksadım film değil, verilen mesaj ve sonrasında yaşananlar.

Filmin içeriğinden biraz bahsedelim. Filmin konusu Ira Levin'in çok satan bir romanından uyarlanmış. Filmin çekildiği yer Dakota binası, filmde ise bu binanın ismi Bramford olarak geçiyor:


Filmde binada yaşayanlar wiccan coven (Bkz. Yozlaştırma Rehberi-5: Paganizm) denilen satanist okült sapkın inançları olan bi topluluk aslında. Ama biz bunu filmin ilerleyen zamanlarında öğreniyoruz. Bina New York'ta yer alıyor. Ayrıca gerçek hayatta da cadıların yaşadığı bi yer ve birçok ünlünün, şarkıcının, aktörün, yazarın ilgisini çeken bi yer. Filmin konusunu bahsettikten sonra gerçek hayatta yaşanan olaylara da değineceğiz, zaten anlatmak istediğim mesele de o zaten. Rosemary (Mia Farrow) ve Guy Woodhouse adlı genç çiftler yeni bi daire kiralamak istiyorlar ve bu binadan kiralıyorlar. Bu arada genç çift, binanın kötü şöhreti hakkında da bazı dedikodular duyuyorlar, gazete kağıdına sarılı ölü bebek bulunması gibi. Neyse bunlar taşınıyorlar, ilk başlarda yaşlı Castevet çiftiyle tanışıyorlar, bunlar da kovene bağlılar. Castevet çifti Guy'ın aklını çeliyor. Guy normalde pek tanınmayan ufak tefek rollerde yer alan bi tiyatrocu aktör. Ama Castevetleri tanıyınca birden şöhreti artmaya başlıyor, hatta Paramount Pictures'tan bile teklif alıyor. Guy'a bir fedakarlık karşılığı şöhret veriyorlar. O fedakarlık da Rosemary'nin bebeğini şeytana adamaları oluyor. Bunu tabiki Rosemary'ye söylemiyorlar, annelik hissiyatıyla karşı çıkabilir ve öğrendiğinde çıkacak da zaten. Rosemary'yi resmen bi zihin kontrolü altına alıyorlar. Bayan Castevet ona sürekli içinde büyüsel şeyler barındıran yiyecek, tılsım, vb. şeyler veriyor, güya komşuluk dayanışması. Ama gözlerine kestirmişler bi kere, o bebeği bi şekilde alacaklar ondan. Rosemary'nin çevresindeki herkes kocası da dahil, ona herşey yolundaymış gibi davranıyor, ama o bi gariplik olduğunun farkında. Onu uyarmaya çalışanların da faturasını kesiyorlar. 4 ekim 1965 günü geliyor, bu gün, numerolojik bakımdan önem taşıyor. Bayan Castevet yine tadı acayip bir tatlı getiriyor, karı koca bunu yiyorlar, kocası bi sorun olmadığını iddia etse de, Rosemary yiyemiyor, yemiş gibi yapıyor, ama yine de etkisinden kurtulamıyor ve o gece erkenden uykuya dalıyor. Gece o uyurken Guy, onunla ilişkiye giriyor, Rosemary ise rüyasında şeytanın ona tecavüz ettiğini görüyor. Bu tecavüz tamamen ritüel şekilde oluyor. Ertesi sabah sırtında ve omzunda sıyrıklarla hırpalanmış bi halde buluyor kendini kadın, ve hamile kalıyor böylece. Bu onların ilk çocukları. Bayan Castevet bunu kocasından öğrenince, hemen kendi cemiyetlerine üye olan bi doktorla tanıştırıyor Rosemary'yi, zaten şehirde nam salmış bi doktor. Bu doktor normal şekilde tedavi etmiyor Rosemary'yi. Kadın kilo alması gerekirken gün geçtikçe zayıflıyor ve çöküyor. Rosemary şüphelerini yenmek için cadılıkla ilgili kitaplar okuyor ki şu sahne bize bir ipucu:


Selam Devil, her taşın altından çıkmak zorunda mısın?


Kitap sayfasında özellikle gösteriliyor bu. Rasgele bişe değil. Yine rasgele olmayan bi görüntü daha göstereyim, bu da Rosemary muayenehanede beklerken:


"Tanrı ölü mü?"ymüş. Öteki tarafa git de gösterirler sana ölü mü diri mi tövbe estağfirullah yaa. Filmin sonunda da bebeği zorla alıyorlar ondan, önce öldüğünü söylüyorlar, sonra Rosemary gerçeği öğreniyor ve şeytana adanmış bir bebeğe annelik yapmaya başlıyor. Rosemary aman tanrım deyince de haşa tanrının adını anma biz onu öldürdük diyorlar, yaşasın şeytan diyorlar, yeni bebek düşmanlarımızı yok edecek vb. aptal saptal laflar ediyorlar işte ve film sona eriyor. Rosemary ise çaresiz onlara boyun eğiyor. Bebeğin 1966 senesinin 6. ayında dünyaya gelmesi ise ayrı bi gönderme.

Film bu şekilde sona erdi, 


mi acaba?

Şaka bi yana, asıl meseleye geliyoruz sayın okurlarım, asıl bundan sonrası önemli. Şimdi aklımızda bi köşeye not alalım demiştim şu 1968 tarihini. Filmde yaşanan olayların bir benzeri gerçekleşiyor. 1969 yılında, bu filmden bir yıl sonra Roman Polanski'nin aktrist eşi Sharon Tate, Charles Manson adlı zihin kontrolüne maruz kalmış bir akıl hastası ve beş müridi tarafından 16 kez bıçaklanarak öldürülüyor, evin kapısına ise Tate'in kanından "PIG" yazılıyor. Varan bir. Filmin güya etkilerinin devam ettiği gösteriliyor, insanların üzerinde korku politikası uygulanıyor. İnsanları aptal yerine koymak diye buna derim ben. Charles Manson ağır bir biçimde zihin kontrolüne maruz kalmıştır, hatta size bi video göstereyim, şahsen izlerken bi garip oldum.



Charles Manson müritleriyle birlikte ritüelistik tarzda insan öldürmeye devam etti, toplamda pentagram oluşturacak kadar beş kişiyi katlettiler. Korku politikası siyonist kültürde adeta bi gelenek haline gelmiştir, günümüzde de zihin kontrolüne maruz kalmış kişilerin yaptıkları katliamları sıkça duyar olduk:


James Holmes, Batman Film Galası katliamı


Anders Breivik, Oslo katliamı

Bunlar gündemde en çok yer alanların birkaçı. Gündemde bunlar kadar yer almayan okul katliamlarını da sayarsak ortada birşeylerin ters gittiğine dair şüpheler uyanıyor. Aslında temel felsefe nedir biliyor musunuz? Dikkat ettiyseniz, İslamda ne kadar emir ve yasak varsa aynen tersini yapıyorlar. Allah'a ters gitmek manasını taşıyor bu, karşı gelmek, haşa kibirlenmek. Aslında internet sitelerini didik didik arayıp luciferian semboller bulmaya çalışmak çok saçma. Gerçekten. Nerde gördün İslama zıt bişe, ordan kaçacaksın. Konuşuyorsa dinlemeyeceksin, Görüntüsü varsa izlemeyeceksin. Çünkü fitne de rahmet de yağmur gibidir, yağmurlu havada ıslanmadan kalmak ne kadar mümkünse fitnenin yağdığı şu ahir zamanda da ıslanmamak için üzerimize fitne bulaşmaması için elden geldiğince uzak durmaya mecburuz. Aynı şekilde rahmet yağmurlarının yağdığı yerlerde daha çok vakit geçirmeye mecburuz. Çünkü iman kaybetmek Allah korusun bi anlık gelişen bi olay. Kimsenin imanı garanti değil, her an Allah korusun bi fitneden etkilenebiliriz. Bunları burada yazıyorum ki, hem sizler hem de kendim bilincimizi taze tutalım diye. Çünkü onlar dünyayı daha dinsiz hale getirmek için bir an bile kaybetmiyorlar, olanca güçlerini sarfediyorlar. Sadece zihin kontrol yöntemlerini bulabilmek için milyon dolarlar harcadılar, düşünün yani. Neyse daha fazla konuyu dağıtmadan varan 2'ye gelelim:



Bu iki fotoğraf LIFE Dergisinden. Sharon Tate'in katledildiği yerde Roman Polanski gayet sakin hiçbirşey yokmuş gibi fotoğraf çektiriyor. Şu normalliğe bakar mısınız? Rosemary'nin satılmış kocası Guy da böyle sakin, pişkin davranıyordu, sonra Rosemary naptı biliyor musunuz?


Suratına pat diye tükürüverdi. (Sırf bu tükürük sahnesini yakalıycam diye uğraştım.)

Buradan anlaşılıyor ki, akıl kontrol programında sadece Charles Manson değil, Roman Polanski de var. Bizim bildiğimiz normal bi vatandaş bu kadar olamaz. Haberde bi de yazmışlar demişler ki, neymiş efendim bu yaşananlardan sonra Polanski bilmem kaç ay paranoyaya tutulmuş, yok efendim kendini kritize etmiş bilmem ne de bilmem ne. Sen kime anlatıyorsun ya? Afedetsin de mal mıyız biz? O kadar vicdan yapan adam gidip karısını öldürdükleri yerde manzara resmi çektirir gibi poz verir mi? Sen kimi kandırıyorsun git yüzünü yıka da gel ayıl.

Aynı Dakota binasında ünlü müzisyen, eski Beatles üyesi John Lennon da öldürülüyor. Bu arada ufak bi ayrıntı vermek istiyorum, Charles Manson'a zihin kontrolü uygulaması yapılırken Beatles grubunun şarkı sözlerinden parçalar kodlanmıştır. Bu kodlamalar zihin kontrolünde olan şeyler. Ünlülerden bir karakteri seçiyorlar, bu harikalar diyarındaki Alice de olabilir, Marilyn Monroe da olabilir, Mickey de olabilir, her neyse, bunu seçiyorlar. Belli sözlere göre, renklere göre hareketlere göre vb. kodlama yapıyorlar. Tıpkı Pavlov'un köpeğine yaptığı gibi. Bunlar tetikleyici komutlar. Belli zamanlarda belli davranışların yapılması istenildiğinde tetikleyici komutlat kullanılıyor ve akıl kontrolündeki kişinin bu şekilde harekete geçmesini sağlıyorlar. Allah izin vermedikçe kimse kimseye birşey yapamaz, elhamdülillah. O yüzden tırsmayın. Onlar zaten korkmamızı istiyorlar, yoksa bu kadar ifşa edilmesine asla müsade etmezlerdi. Güç ne bilgide, ne teknolojide, ne zekadadır. Güç yalnızca imandadır. Nokta. Neyse, ne diyordum, Beatles demiştik evet. Buradaki bağlantı bize ipucu olsun. John Lennon'un öldürülme olayı da 1980 senesi gerçekleşmiş. Al işte akılları sıra milleti korkutacaklar. Yemezler olum yemezler.

Filmi araştırırken dedim ki, ya dedim bu Polanski bana bi yerlerden tanıdık geliyor dedim, neydi bu dedim. Sonra dank etti, tabii yaa, Nicki Minaj'ın alter egosu bu. Adamlar seneler önceki malzemeleri pişirip pişirip önümüze koyuyorlar. Yeni bişeyler üretmekten daha tasarruflu dimi? Tarih tekerrürden ibarettir diyen ne güzel söylemiş. Burada da attığı twit var kendini Roman Zolanski ilan ediyor Nicki Hanfendi:



Bu yazıya daha devam eder miyim bilmiyorum. Hepinize bol "iman"lı rahmet dolu günler dilerim. Allah'a emanet olunuz.


22 Şubat 2013 Cuma

FITRAT MESELESİ

Selamınaleyküm, nasılsınız bakiyim? Hemen kısa birkaç şey söyleyip çıkcam, bazen yazasım geliyor böyle, pat diye açıyorum bloğu birkaç şey karalayıp çıkıyorum. Paylaşmak istediğim konu fıtratımız, yani yaratılışımız hakkında.

Sevgili okurlarım, Allah bizi belli özellikler vererek yarattı. Mesela bunlardan en çok yaşanılanı karşılık beklemek. Günümüzde çok diyorlar mesela, karşılıksız sevmek, karşılıksız iyilik vs. Bunlar palavra kardeşim sen geç bunları. Fıtratına karşı koyma. Bırak, akışına bırak. Bırak içinden geldiği gibi davran ayıp değil bu. Sen bu versiyondasın, bu formattasın bırak değiştirmeye çalışma kendini. İlle de değiştireceksen, bu özelliğini iyi yöne kullanabilirsin. Mesela, karşılık bekleme duygun çok baskınsa, bu karşılık beklemeyi, yaptığını Allah rızası için yapma konumuna getirebilirsin. Allah rızası için yapmak da karşılık beklemektir bi nevi, ve beklenen karşılıkların en güzelidir, dinimizce. Bi iyilik mi yaptın, Allah rızasına yap. Birini mi sevdin Allah rızası için sev. Birine düşmanlık mı ediyorsun Allah rızası için yani aklına ne gelirse Allah rızası olsun beklediğin şey. Böylece hem Allah'ın rızasını kazanabilirsin, hem fıtratına ters gitmeyerek iç huzuru yakalamış olursun, hem de eğer ihlaslı yapmışsan, yani yaptığın davranış içinde hiç gösteriş barındırmıyorsa, bunu sadece Allah ve sen biliyorsan, on numara amel işlemişsin demektir, yaşa sen :)

Karşılık olayı örneklerden bi tanesiydi sadece. Onun dışında aklıma gelen, kibir var mesela. Kibrini yenememiş olabilirsin, eyvallah. O kibir duygunu senin gibi müslüman olmayan gayrimüslimlere karşı kullanabilirsin. Eğer müslümansan her zaman onlardan üstünsün demektir, bunu Rabbimiz de ayette buyurmuştur:

"Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir."-Ali İmran,139. ayet-

Bundan başka inat duygusu da var. Kimisi var çok inatçıdır, insanlar yaka silkerler artık o biçim. Ama sen bu huyunu tamamen ortadan kaldırmaya çalışmak yerine iyi yöne kullanabilirsin. İbadette sebat konusunda mesela. İnat etmesen, nefsi kırmasan, her gün aynı ibadeti aynı vakitlerde, aynı şekliyle nasıl yapardık? Bakın işte burada inat huyu vesile olabiliyor çok rahat. Öteki türlü insanın kendi karakterinden bir huy çıkartması harbiden çok zor, öyle böyle değil yani. Ona sarfettiğin eforu daha faydalı şeylere harca daha iyi yani. Tabi ben karakterinden "kötü" olarak adlandırdığı bi huy çıkarmaya çabalayanları olumsuz yönde eleştiremem, çünkü ameller niyetlere göre. Sonuçta onun yaptığı da iyi niyet, benim burda dediğim de iyi niyet, aradaki fark, ben sol kulağımı sol elimle tutarım, o sağ eliyle tutar, belki tutar da yetişemez yani siz anladınız :)

Hadi kalın sağlıcakla, Allah'a emanet olun :)

21 Şubat 2013 Perşembe

YARDIM ETMEK=TERÖRİSTLİK OLDU

Selamınaleyküm okurlar, terör finansmanını engelleme yasası meclisten maalesef geçmiş durumda. Buradaki terörist kelimesi bizim bildiğimiz anlamda değil, Amerika ve İsrail'in bildiği anlamda. Onların bildiği anlam ise, MÜSLÜMANLAR oluyor sayın okurlarım. İlginçtir, PKK bu metinde terörist olarak yer almıyor, 20 yıl önce bebek katili dediğimiz adamın sıfatı şuan Sayın Öcalan. Bu insanlar nerede Allah aşkına? Neden kimse tepkisini ortaya koymuyor? Neden susuyor herkes? Size dokunmayan yılan bin yıl yaşadı, bu gidişle de bi bin yıl daha yaşar. Durumun ciddiyetini anlamak için ille de böyle mi olmak lazım:


Müslümanım diyen bi ülke nasıl müslümanları terörist ilan eder? Hem de hiçbir tartışmaya bile girmeden alelacele verildi bu karar? Artık Filistin'e, Afganistan'a, ve bunlar gibi zulüm altındaki insanlara yardım edersek biz de terörist sayılacağız. Dinini dünyaya satan bi millet haline mi geldik? Allah aşkına söyleyin, müslümanım deyip de müslümana yardım etmek suç olması bize hiçbirşey ifade etmez mi? Hala gerizekalı dizilerle, filmlerle, müziklerle oyalanacak mıyız? Bilerek ve isteyerek hala bu sistemi savunmaya devam mı edeceğiz? 

Artık kendimize bi çeki düzen vermenin zamanı gelmedi mi okurlar?

YOZLAŞTIRMA REHBERİ-6: DİNİN SÖMÜRÜLMESİ

Selamınaleyküm okurlar, naber? Bu yazıda dini nasıl kullandıklarını, bundan nasıl pay aldıklarını, dini nasıl yozlaştırdıklarını konuşacağız. Bu biraz hassas bi konu, o yüzden yanlışlarım olabilir. Eğer istemeyerek kırıcı birşey söylersem affola. Ama hakeden lafını yiyecektir, ben haketmeyenlere diyorum, yanlış anlaşılmasın. Hadi buyrun başlıyorum.

Aşağıda yer alan video Saba Tümer'in programından. Video konusu ise hocanın Saba Hanım'a kur yapması(!):



Aşağıdaki video ise Yaşar Nuri'nin, ShowTV'ye RTÜK tarafından 196 bin 207 lira ceza kesilmesine sebep olduğu konuşması:



Yine din dışı yorumlarından bir tanesi:


Sayın okurlarım, gerçi böyle şu hoca şunu dedi, bu bunu dedi diye söylemek de ne kadar gerekli bilmiyorum ama yine de farkındalık olması açısından söyleyeceğim. Fakat konunun asıl noktası nedir biliyor musunuz? Bir hocayı dinlerken, gerçekten güvenilir olup olmadığından emin olmak istiyorsanız, öncelikle hiç duyulmadık, hiç görülmedik şeyler mi söylüyor ona bakın. Bu reyting kaygısından başka birşey değildir. Maksat dikkat çekmektir. İnsanlar yeniye her zaman ilgi duyar, fakat gerçek iman sahipleri ve gerçek ilim sahipleri bunların Allah katında geçersiz olduğunu bilir. İslam, 14 yüzyıl önce ne ise, şimdi de odur. İnsanların nefisleri de 14 yüzyıl önce ne ise şimdi de odur, dolayısıyla Kuran, her çağa hitap eder, anlamasını bilene... Yoksa yeni duyulan ve görülen şeylerin çoğu bidattir. Çoğu diyorum, şu sebepten: bazı hocalar var unutulmuş hadisleri eski kitaplardan bulup bizlere aktarıyorlar, bu değildir benim anlatmaya çalıştığım. Bu olması gereken bi davranış. Benim söylemek istediğim, ne ayetlere uyan, ne sahih hadislere uyan birtakım fikirleri, farzmışçasına, hakikatmişçesine savunmaktır. İşte bunu yapan hocayı dinlemeyeceksin, onu yayınlayan kanala prim vermeyeceksin.

Değinmek istediğim ve Türk milletinin sıkça yaptığı bir konu var. Şöyle denir: Aa bak hoca güya, ama şu şu günahı yapıyor. Bakın, bi müslümanın itikatına bakılır. Amelleri kişiyi bağlar. Olabilir, onun da nefsi var, günaha girebilir. Sen onun günahını araştırıyorsun, kendin çok mu kusursuzsun, söylesene? Yatsı namazının abdestiyle sabahı mı kılıyon? Hergün hatim mi indiriyon? Kimsenin ameli kimseyi ilgilendirmez, hele ki hocaların veya din konusunda tavsiyeler verenlerin amellerini hiç araştırmayalım, çünkü bu sefer onları yanlışlarını söylemekten çekinmeye doğru itmiş oluruz. Bu sefer yanlışları ve doğruları anlatan kimse kalmaz. Lütfen bunu yapmayalım. Amel ile itikatın farkına gelince... İtikat, imanla ilgilidir, inançla ilgilidir. Mesela şunu dedin diyelim: namaz beş vakittir. Tamam eyvallah namaz beş vakit. Buraya kadar sorun yok. Bunu demek düzgün bi itikat. Amaaa... Diyelim ki sabah namazını kaçırdın. Ve herhangi bi sebeple(bu sebep çoğunlukla kendini temize çıkarmak olur) dedin ki, beş vakit değil canım aslında dört vakit. Falanca yerde okumuştum, evet dört vakit. İşte bunu dedin olmadı işte. Bu itikat bozukluğudur. Eğer beş vakit olduğunu savunup namazı kılmazsan, bu amel bozukluğudur. İşte ikisinin arasındaki fark bu. Şimdi ben size neden diyorum amele değil itikata bakın diye biliyor musunuz, çünkü itikat demek saç kökü gibidir. Saçı kessen de kök sende olduğu için çıkar yine. Ama kök gitti mi saç falan bekleme. Olay bu işte. Tabi ben şunu da iddia etmiyorum, bize itikat yeter, amel eksik olsa da olur. Tabiki bunu demiyorum, konu yanlış anlaşılmasın lütfen. Ayrıca şurası unutulmamalıdır ki, kişi başkasını eleştirirse, aynı günaha düşmeden can vermez. İnanmayan denesin görsün :)

Zekeriya Beyaz da Yaşar Nuri gibi zaten, ikisini yanyana koyun ve iki resim arasındaki 9 farkı bulun gibi birşey :) Ona değinmeyi düşünmüyorum, biraz Adnan Oktar'dan bahsetmek istiyorum. Bu Adnan Hoca'nın avukatları internette çok dolaşıyor gerçi ama biz hakikat neyse onu söyleriz. Gerçek olduğuna inandığım ne ise onu tıkır tıkır söyleyeceksin. Efendim, Youtube'da özellikle Adnan Hoca'yla dalga geçilen videolar silinmiştir, bu adam bu gücü nereden bulmaktadır? Koskoca Youtube'a nasıl söz geçiriliyor, orası ayrı meseledir. Her neyse, Allah'ın herşeyden üstündür diyelim, o öyle kalsın. Sayın okurlarım, Adnan Hoca ilk çıktığı zamanlarda benim de favorilerimden bir tanesiydi. Özellikle evrim teorisi hakkında arkadaşlarıma tartışma esnasında hep üstün gelirdim bu sayede. Fakat sonra ne olduysa, bu kişi kendini mesih ilan etti dolaylı yoldan, ve dayandırdığı kanıtlar da zayıftı. Aynı zamanda Atatürk'ün olumsuz yanlarından bahsetmemesi de hoşuma gitmedi. Arkadaşlar bi kere şu var, sen alemin karısını kızını öyle suratlarını 500 gram boyaya bulandırıp çıkaramazsın. Ha diyelim çıkardın, o zaman bunu İslami gibi gösteremezsin. Bakın, "inşallah" ve "maşallah" kelimeleri aslında ne kadar mübarek ne kadar anlamlı sözler. Fakat hocanın sayesinde birçok cahil tarafından alay konusu olmuştur, espri malzemesi olmuştur. Şimdi diyeceksiniz ki, cahil adam espri yapmaya niyeti varsa her halükarda malzeme buluyor zaten, öyle değil o iş kardeşim. Önemli olan sebep olmamak. Çünkü sebep olan yapan gibidir. Vebal altındadır. İslamiyet haşa kesinlikle dalga geçilecek bir din asla değildir, hiçbir zaman da olmayacaktır. Çünkü Rabbimizin sözü var, kutsal kitabımızı ahirete kadar koruyacağını beyan ediyor. Hangi kitap 14 asır aynen korunabilmiştir söyler misiniz? Aslında var ya sadece bu bile tek başına benim inanma sebebim olarak yetiyor da artıyor bile. Elhamdülillah. Adnan Hoca doğruları yanlışlarla birlikte insanlara sunan bir kişiliktir, dolayısıyla doğruları alıp, yanlışları görmezden gelmekte fayda var diye düşünüyorum. Bunu yanlış hatırlamıyorsam daha önceki yazılarımın birinde de söyledim, insanlar doğruların cazibesine kapılıp yanlışları da savunur hale geliyorlar diye. Uyanık olalım okurlarım.

Adnan Hoca meselesi böyleydi. Gelelim Gülen Cemaatine. Kısaca cemaat diycem, günlük hayatta öyle kullanırım. Yanlış anlaşılma olmasın. Okurlarım, benim cemaatte 7 senem geçti. Hayatımda tanıyabileceğim en iyi insanları da burada tanıdım, en şerefsizleri de. O yüzden asla cemaat kötüdür veya iyidir diye bi yargıda bulunamam, çünkü yinyang gibi iç içe geçmiş herşey artık. İyisi de var kötüsü de var. Neden ayrıldığıma gelince, artık şerri hayrını geçmişti diye karar verdim ve bu düşünceyle ayrıldım. Hiç pişman da değilim. Çünkü eski tadı yoktu artık. Günden güne de iyice tadını yitiriyor. Hocaefendinin dediği gibi hey gidi günler durumuna düşüyorlar. Her geçen gün bir önceki günü arar hale geliyorsunuz. Sırf Allah rızası için fedakarlık etmeyi ben bu cemaatte öğrendim. Aynı zamanda insanlara parası için değer verildiğini, cemaate sözle veya fiili destek olduğu için değer verildiğini de burda gördüm. İşte o yönden rahatsızdım. Bunların dinimizde yeri yoktu. Bi de durmadan hizmet hizmet demeleri iyice canımı sıkıyordu, tamam hizmet de, neye hizmet kime hizmet kardeşim? Aynı zamanda şu da var, ben Risale-i Nurları çok severim, Allah razı olsun sebep olan tüm abilerden ablalardan. Fakat cemaatte artık pek okunmuyordu, gerekçesiyse "anlaşılır" olmamasıydı. Valla işine gelen anlar. Siz değil misiniz üniversitede ne kazık bölümleri okuyorsunuz da yüksek notlar alıyorsunuz? İşinize gelince ne güzel yapıyorsunuz? Zekayla falan ilgisi yok bu işin tamamen içinizden gelen istekle ilgili. Ben de başlarda anlamıyordum, ama içimden bi ses beni sürekli okumaya sevk ediyordu, ilginçtir, anlamıyor olmama rağmen zevk alıyordum, Allah'ın hikmeti. Ve inanın, gerçekten risaleleri okuduktan sonra imanım Allah'ın izniyle daha sağlam hale geldi. Mesela şuan, sadık bi okuyucu olmayışıma rağmen, kimse bana gelip de İslam hakkında olumsuz bi beyan ifade edemez, ederse Allah'ın izniyle mat ederim. Evet, amellerim eksik olabilir, ben de hataları oldukça fazla olan bi kulum, ama Allah'ın izniyle itikadım sağlamdır. Elhamdülillah. Risaleleri bana sevdiren cemaatteki ablalardan biri olmuştu. Valla ne biliyim, bu cemaat çok garip. Haddinden fazla çelişki bulabilirsiniz orda. Eski samimiyet pek yok artık. Adamlar paraya bakıyor, cemaate yaptığın desteğe bakıyor, hatta bazen o desteği bile görmüyor harcıyorlar seni. Bu işler böyle işte. Cemaat değil şirket oldu artık yani anlıycanız. Bunun konumuzla ilgisi dinen yozlaşma olması. İnsanlar dini böyle algılıyorlar, dinle yeni tanışan çok insan var, ve dini cemaat öğretiyor bunlara. Siz düşünün artık gerisini, bi nesil nasıl yetişiyor. İçine ediyorlar diyorum, bi ta içine ediyorlar. Allahım, sesimi işitsin, site ziyaretçileri inşallah okursunuz, inşallah faydalı olur. Ben öyle çok bilen çok olgun biri değilim, keisnlikle değilim, ama birkaç bildiğimi de sonuna kadar savunmaya hazırım.

Sayın okurlarım, son olarak size tavsiye edeceğim birkaç şey var. Öncelikle aşağıya koyduğum videoyu izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum, çünkü yozlaşmamamız için çok güzel tespitlerde ve önerilerde bulunulmuş, Allah Cübbeli Hocamızdan razı olsun. İkinci olarak da Noel tehlikesi hakkındaki sohbetini mutlaka ama mutlaka dinlemenizi istiyorum okurlarım, çünkü yozlaşma karşıtı, özenme karşıtı, dini kimliğimizi koruma üzerine vb. konularda çok harika konuşmalar içeriyor, Rabbim faydalanmayı ve hayatımızda hakkıyla uygulamayı bizlere nasip etsin. Allah'a emanet olun hepiniz.








19 Şubat 2013 Salı

YOZLAŞTIRMA REHBERİ-5: PAGANİZM

Selamınaleyküm sayın okurlarım, nasılsınız nasıl geçiyor günler? Bu yazıda paganizmin ne olduğuna, hayatımızdaki neo-pagan öğelerin neler olduğuna bakacağız. Öncelikle paganizmin geçmiş tarihinden biraz bahsedelim ki, ne olduğunu nerden geldiğini iyice bi kavrayalım. Çünkü bu önemli bi konu okurlarım. Buyrun okumaya:

Genelleme yapılacak olursa, pagan dönem dedikleri Hristiyanlık gelmeden önceki dönem oluyor. Eski Roma da diyebiliriz. Paganizmi din olarak algılayan da var, başka dine mensup olup yaşayış tarzı olarak algılayan da var. Paganizmde önemli olan unsurlardan biri savaştır. Merhamete yer yoktur. Bunun yanısıra doğa ve doğaya ait unsurlar da önemlidir. Aynı zamanda cinsellik de önemli bir yer tutar. Hatta belli bir yaşa gelip de hala cinsel ilişkiye girmemiş halde olanları küçümserler, yadırgarlar. Okurlarım, şimdi genel anlamda anlatıyorum, detaylara ileride gireceğim.

Şiddet önemli bir yer tutar demiştik. Eski Roma'da arenalarda insanların hayvanlara parçalatılması ve seyircilerle hükümdarın bunu zevkle izlemesi en iyi örneklerden bir tanesidir. Hatta ünlü hükümdar Neron'un Roma şehrini ateşe verdirip yaktırması, sonra da oluşan manzarayı penceresinden çalgı aletini çalarak seyretmesi durumun vehametini göz önüne sermektedir.

300 Spartalı olarak filminden bildiğimiz Spartalılar da pagandı.


Pagan kültürü hakkında bilmeyenler varsa kabaca bi bilgi sahibi olduklarına göre, artık bunu kültürümüze nasıl sokmaya çalıştıklarını gösterebilirim size. Aşağıda vereceğim hediyelik eşya resimlerini şu adresten aldım.




Adamlar ne uyanık. Filminden para kazan, sonra da hediyelik eşyasından da kazan. Gerçi bunu popüler kültüre ait hemen her ögeye yapıyorlar, sömürebilecekleri her türlü yolu deniyorlar. Yeter ki sömürülmeye yatkın nesil olsun. 

Sadece kıyafetle de değil, bunu saç şekilleriyle yansıtanlar da var, Eva Simons gibi:



Paganların şiddet kültürünü benimseyenler arasında Nazi Almanyası ve Mussolini de yer almaktadır. Eğitim sistemlerinde pagan kültürünün şiddet öğesini, savaşçılık öğesini yer etmişlerdir.

Sparta askerleri de hayattaki tek gayeleri kan dökmek olacak şekilde eğitiliyorlardı, bakın neslimize bu kültürü özendirmeye çalışıyorlar işte. Önceki yazılarımda da belirtmiştim. Mason törenleri kan dökmek, kurban vermek vs. ritüeller içerir diye. Alın işte, buna hazırlıyorlar bizi, yavaş ve sinsi bir şekilde kendi hayat tarzlarını bize aşılamaya çalışıyorlar.

Pagan kültüründe ayrıca önemli olan bi nokta da şuydu: hiçkimse öndersiz kalmamalıydı, kendi iradesiyle değil, yöneticisinin iradesiyle hareket ettirilmesine alıştırılmalıydı. Bunun sonuçlarını zaten görebiliyoruz, insanlar var olan sistemi korumak için nasıl gayret sarfediyorlar, göz göre göre yeni dünya düzeninin gelişine, efendileri Lucifer'in hakimiyetine göz yumuyorlar. Aptal dizilerle, filmlerle, oyunlarla milleti oyalıyorlar. Şu resme bakın:


1D grubunun gözde üyesi, genç kızların yeni sevgilisi(!) Zayn Malik ve onun "OBEY" (itaat et) şapkası...

Pagan kültürü insanı hayvan olarak görür. Mesela, pagan kültürünün yaşayan en iyi örneklerinden biri olan Ke$ha da hayranlarına "animals" (hayvanlar) olarak hitap eder.


Kırmızı başlık pagan sembolüdür, bu tür başlığa cadılarda, Noel Baba'da, Şirinler çizgi filminde rastlayabiliriz:


 
Paganizmde büyünün önemli bi yeri vardır. Büyüyle ilgilenen kısım kendini "Wiccan" veya "Witch" olarak adlandırmaktadır. Buna konuya değineceğiz.

Paganizm, materyalistler ve ateistler için de çıkış yolu olmuştur, hani dinsiz kalmaktansa bari buna inanayım şeklinde. Paganizm haşa çok tanrılı bir inanıştır. Fakat ilah fikrini tamamen reddedip bunu evrim teorisiyle de ilişkilendirmeye çalışanlar da olmuştur.

Neo-paganizme gelelim. Neo-paganizm, yani yeni paganizm deyince günümüzde büyücüler, cadılar vs. anlaşılıyor. Bu sapkın inançlarını yaşarken pek bi kurala bağlı değiller. Onların tek geçerli kuralı var: "Do what thou wilt shall be the whole of law" yani, tüm kural canın ne isterse yap'tır. Bu ünlü söz Aleister Crowley'e aittir. Kendisinin birçok büyü ve fal kitabı bulunmaktadır. Resmi de şu:


Aleister Crowley paganlar için önemlidir, çünkü kültürlerini yaşatmak konusunda önemli bi şahıstır Aleister. Paganların ritüelleri sadece büyüyle sınırlı değil. Dediğim gibi belli bi kuralları yok, ama bazı konularda ortak eksenlere sahipler. Mesela doğa bunlar için kutsal olduğundan güneşin, ayın ve yıldızların belli konumlara gelişini kutlarlar. Mevsim geçişleri onlar için önemlidir. Güneş önemlidir. Mesela pazar gününün ingilizcesi "sunday" buradan gelir, güneş günü demektir. Malesef ülkemizde de tatil günü pazar günüdür. Hıdrellez kutlamaları da yine bunlara aittir ve malesef Türkiye'de de bilinçsizce kutlayan müslümanlar yaygındır. Astrolojiye de çok meraklılar. Gezegenlerin ve yıldızların konumlarından anlamlar çıkarırlar, gelecek hakkında fikir yürütmeye çalışırlar. Zaten bunu birkaç gazete hariç burçlara göre fal yorumlarını vermeyen gazete yok gibi birşey. Hemen ayeti veriyorum burada sayın okurlarım:

"Allah'ın onların sırlarını da fısıltılarını da bildiğini, O'nun gaypların bilicisi olduğunu hala anlamadılar mı?"-Tevbe 78-

Okurlarım ayet süper yaa, şak diye yerine oturuyor. Okurlarım, bunların bi de Secret felsefesi diye bi inanışları var, evrene ne mesaj gönderirsen, evren de sana o şekilde cevap verir şeklinde. Yani biz Allah'a dua ediyoruz ya isteğimizi belirtiyoruz, onlar bunun yerine evrene mesaj yolluyorlar(!). İşte yine ayet:

"De ki: <Duanız olmasa Rabbim size ne kıymet verir?>"-Furkan 77-

Sayın okurlarım, evrene sinyal göndermek, tabiata "tabiat ana" şeklinde sıfatlandırmak, gerçekleştirmek istediği şeyler için büyü yapmak, astrolojiden yardım almaya çalışmak, bunlar var ya bunların temelinde Allah'ı tanımamak yatar. Bunların temeli Allah'a karşı olan kibirdendir. Yani bi nevi şöyle: (haşa) benim Allah'a ihtiyacım yok, yapmak istediklerimi böyle de yapıyorum. Olay budur. Devam edelim.

Wiccanlar spiritualizme de ilgi duyarlar. Buna göre, herşey (haşa) tanrıdır. Doğadaki varlıkların hepsi kutsaldır. Bunu müslümanlıkla da alakası varmış gibi gösterenler oldu. Bunu yapmak için tasavvufu kullandılar, Mevlana ismini kullandılar, Yunus Emre ismini kullandılar. Amaç şuydu: tasavvufta yer alan nefsi tamamen körelttikçe "enel hakk" yani (haşa) ben ilahım olgusunu bulundurması. İşte bunu çok kullandılar. Amaç, sapkın felsefelerini islama yakınmış gibi göstermek ve böylece müslümanların sempatisini kazanmaktı. Türkiye'de bunun öncülerinden biri Ahmed Hulusi'dir. O yüzden bu ve benzerlerine prim vermeyin sayın okurlarım. Bu arada aklıma gelmişken yazayım, bu felsefeyi Hollywood da kullanır. Mesela:


God is in the Rain=Tanrı yağmurda. Bu görüntü V For Vendetta isimli filmden. Filmin kendisi ayrıca eşcinselliği adeta uğrunda savaşılmış ve bedeller ödenmiş bi hak gibi gösterip eşcinsellik propagandası yapmaktadır. Filmden esinlenip V'nin Guy Fawkes maskesiyle protestolar, gösteriler yapan çok olmuştur. Filmin kendisi güzel fikirler barındırabilir, evet, ama doğru ve yanlışı birarada sunmak tam bir kurnazlıktır. Siz bir filmin fanatiği olursunuz, herşeyini savunur hale gelirsiniz, sonra da bi bakmışsınız yanlışı da savunur hale gelmişsiniz. İşte sinsiliğin daniskası diye buna derler. Sadece bu filmde değil, günümüzde birçok film böyle. İnsanlar gördükleri bir iki doğrunun cazibesine kapılıp yanlışları da beraberlerinde sürüklüyorlar malesef. Neyse konu dağılmasın, büyücülere dönelim.

Wiccanlar için taşlar, kristaller ve bitkiler de önemlidir. Bu malzemelerle şifa bulacaklarına inanırlar. Son zamanlarda şifalı bitki dalgası yayıldı gidiyor farkettiniz mi? %100 bitkisel, tamamen doğal, bitkisel şifa vb. söylemler reklamlarda bitkisel ürün satanların diline pelesenk oldu. Bu da pagan kültürünü hayatımıza entegre etmek için kullanılan bişe. Bi kere insan bi mantık yürütebilir pekala, diyelim ki buraya kadar yazdıklarımı okumadın ama şöyle diyebilirsin: Bitkiler neden %100 şifalı olsun? Bitkinin %100 şifalı olduğunu iddia edebilmen için bi kere dünya üzerinde gelmiş geçmiş tüm bitkileri tüm canlılar üzerinde deneyden geçirmen gerekir, e bu da haliyle imkansızdır. Öyleyse sen neyin kafasını yaşıyorsun? Kaldı ki kimyasalları o kadar kötülüyorsun da madem, bu kadar insan ilaç kullanıyor, o ilaçlar hep kimyasal ve insanlar hep iyileşiyor onların vesilesiyle, buna ne diyeceksin peki? Böyle işte okurlarım. Bunlar adamı ayakta uyutur da haberin olmaz. Nurs Lokman Hekim, Mustafa Erarslan, Ömer Coşkun bu akımın öncüleridir. Performans artırıcı ürünleri özellikle çok satar. Amaç insanları cinsel birlikteliğe daha fazla alıştırmak, ve bu konuda malesef çok da başarılılar. İnternette gerçek kimliğini gizleyip sapıkça sözler söyleyen çok fazla kişiye rastlayabilirsiniz. Duyduğu veya gördüğü şeyleri sürekli cinselliğe yoran çok insan var. Sayın okurlarım, işte böyle böyle bi neslin ta içine ettiler çok afedersiniz. Seksten başka bişe düşünemez hale getirdiler insanları. Ve işin en kötü tarafı, bu insanlar hallerinden hiç de şikayetçi değil. Kendi aralarında muhabbet ederken yaptıklarını çok komik birşeymiş veya çok normal birşeymiş gibi anlatan çok insan var. Adamın bi küfredişi var hele, görsen bu nasıl hayal gücü dersin, o biçim yani. Altlı üstlü dümdüz sayıyorlar hiç affetmiyorlar. Allah ıslah etsin hepimizi, ıslah olmamakta direnenleri de Allah yok etsin, yerin dibine geçirsin.


Şifalı taşlar dedikleri taşlar da var. Bunun da yine birtakım ruhsal ve biyolojik bozukluklara iyi geldiğini iddia ediyorlar.


Kimisi şunu diyebilir: Ne var bunda hastalığımıza şifa olsun diye kullanıyoruz. Tamam ona bişe diyen yok, ama şifayı verenin taş veya ot olmadığını bilin, şifayı veren Allah'tır, yalnızca Allah. Eğer müslümansanız, bunun böyle olduğunu iyi biliyorsunuz demektir. Otlar veya taşlar bunun sadece birer vesilesi olabilir, daha ötesi değil. Bu tür ürünleri kullanarak herhangi bir hastalığınızdan kurtulmuş da olabilirsiniz, ama lütfen rica ediyorum, size asıl şifayı veren Allah'a şükretmeyi ihmal etmeyin.

Paganların doğa sevgisinden bahsetmişken, Wiccanlar aynı zamanda "yeşil farkındalık" hareketinin öncülerindendir. Sembolü de şu kurdela:


Doğanın korunması için verdikleri bu kadar çabanın sebebi ise, yaşamlarının doğal hayatın ritimleriyle uyumlu bir şekilde yürüdüğüne inanmaları. Yani bunu sırf inançlarından ötürü yapıyorlar. Sayın okurlarım, bu onları gözümüzde sempatik hale getirmamali, çünkü Allah adına yapılmayan herşey Allah katında geçersizdir, bu ister bir gayrımüslimin doğayı koruyuşu olsun, ister bi müslümanın başkasına gösteriş olsun diye (örneğin) namaz kılması olsun. Durum değişmez. Hadis-i şerif: "Ameller niyetlere göredir." ve sizin niyetiniz kimdi o önemlidir. 

Wiccan kültürünü sadece yetişkinler değil çocukların beynine de sokmak için de uğraşıyorlar. Mesela Harry Potter serisi. Bi dönem neslin hayatı bunu okumakla ve filmlerini izlemekle geçti. Ondan sonraki nesil ise Winx Club ile tanıştırıldı. Bu da büyücülükle uğraşan kızlar kulübüydü. Bu yayınlarla da insanlara büyü yapmanın sıradan birşey olduğu, isteyen herkesin yapabileceği ve emellerine ulaşabileceği fikri aşılanmaktadır. Hemen ayeti verelim:

"Onlar Süleyman'ın (a.s) mülkü üzerine şeytanların tilavet ettiği (okuduğu) şeylere tabi oldular. Süleyman (a.s) inkar etmedi (sihir yapmadı ve kafir olmadı). Fakat şeytanlar insanlara, sihri ve Babil şehrindeki iki meleğe, Harut ve Marut'a indirilen şeyleri öğretmekle kafir oldular. Ve oysa onlar, <Biz sadece bir fitneyiz (sizin için bir imtihanız). O halde (sakın sihir ilmini öğrenerek) kafir olmayın.> demedikçe hiçkimseye bunu öğretmezlerdi. Fakat o ikisinden bir erkek ile onun karısının arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı ve de onlar, Allah'ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren şeyleri öğreniyorlar. Ve andolsun ki onlar, onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan kimsenin ahirette nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler. Elbette onunla (sihre karşılık) nefslerini sattıkları şey ne kötü, keşke bilselerdi."-Bakara 102. ayet-

Ayet yine süper, birebir sanki anlatmak istediklerim yazıyor, Rabbim denk getiriyor Elhamdülillah. 

Sayın okurlar tıpta placebo denen ilaçlar vardır, bilir misiniz? Normalde bu ilaç bile sayılmaz, hastaya bu verilince kendisine iyi geleceği söylenir, halbuki herhangi bi faydası veya zararı olmayan birşeydir. Hasta bunu kullanınca iyileşeceğine koşullandırıldığı için, ilacı kullanınca doktora gerçekten iyileştiğini söyler. Halbuki o kullandığı ilacımsı maddenin hastalığıyla herhangi ni alakası yoktur. Wiccanların şifa ve tedavi amaçlı kullandıkları şeyler bana da tam bunu hatırlattı şimdi. Neyse, devam edelim bakalım.

Paganlığı sadece İslama değil, Hristiyanlığa da yakın göstermeye çalışanlar olmuştur. Mesela tahrif ettikleri İncil'de şu kısımlar yer alır:

"Yu 6:53 İsa onlara şöyle dedi: <Size doğrusunu söyleyeyim, insanoğlunun bedenini yiyip kanını içmedikçe sizde yaşam olmaz.
Yu 6:54 Bedenimi yiyenin kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.
Yu 6:55 Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir.
Yu 6:56 Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda>"

Özellikle son cümleye dikkat ederseniz, reenkarnasyona da göz kırpılmış. Çok ilginç. Demek ki bunlar Uzak Doğu dinleriyle de alakalılar. Hristiyanlıkta sadece bu da değil, ekmek ve şarap ayini yapılır mesela. Efkaristiya derler bu ayine. Ekmek, Hz. İsa'nın (a.s)eti ve şarap da Hz. İsa'nın (a.s)kanı niyetine tüketilir. Bundan başka haç ve balık semboleri pagan kökenlidir. Papazların kıyafetleri de eski pagan kıyafetlerine benzemektedir. Bu ve daha fazlası bissürü var. Yozlaştırma sadece müslümanlar için değil tabi ki, dünya üzerinde her türlü millet için, kendi kültürlerine özel bi şekilde hazırlanmış programlar uygulanıyor ve yeni dünya düzenine yavaş yavaş hazırlıyorlar insanları. 

Paganların ileri gelenleri insan kurban verme törenlerini de yönetmişlerdir. Bu törenlerin amacı, kurban verilenin ruhunun arınacağına inanılmasıdır. Bizde olsa denir ki, su testisi su yolunda kırılır. Size birşey göstereyim:




Ellere dikkat edelim sayın okurlar, kurban edilenin kanına batırılmış elleri temsil eder. Müzik endüstrisi pagan ayinlerine yer vermesine bir örnek daha:


Her paganın kendine ait özel bir kitabı vardır, günlüğe de benzetebilirsiniz bunu. Gölgeler Kitabı olarak geçer bu, yani Book of Shadows. Normalde kimseye gösterilmemesi gereken bi kitaptır, ama göstereni buldum bi tane:) onu sizinle paylaşayım:



Paganlıkta herkes kendi kitabını kendi yazar, yaşadığı deneyimlerden, yaptığı büyülerden ayinlerden vb. aklına ne gelirse bahseder. Rabbime şükürler olsun ki bizim kutsal kitabımızda ihtiyacımız olan herşey yazılı ve deneyimlemeye ihtiyacımız yok:) 

Büyücülüğü ve öğretilerini hayatımıza nasıl sokmaya çalıştıklarını size şu linkte yer alan bir objeden birkaç örnek vererek göstereceğim:


Aşağıdakiler de linki şurada olan Wiccan Shop ürünlerinden sadece birkaçı:


Ayrıca paganizmi anlatan bir siteden aldığım şu resmi de göstereyim size:


Luciferian simgeler sizin de dikkatinizden kaçmamıştır inşallah. Paganların da neye hizmet ettikleri ortada işte. Benden bu kadar sayın okurlar, hadi Allah'a emanet olun.




18 Şubat 2013 Pazartesi

EY ZEVK VE LEZZETE MÜPTELA İNSAN!

Sayın okurlar, Bediüzzaman Said Nursi'den bloğumdaki yazılarla da alakalı güzel bi söz paylaşmak istiyorum sizlerle:

"Ey zevk ve lezzete müptela insan!
Ben yetmiş beş yaşımda binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hadiselerle aynelyakin bildim ki: Hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa dünyevi bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi hayatın lezzetini kaçırır."

Aynen öyle. Yine de buna rağmen hala bu dünyevi lezzetlerin peşinden koşan bi yığın insan var işte gel gör ki...


YOZLAŞTIRMA REHBERİ-4: DİZİLER

Selamınaleyküm sayın okurlar, Allah'a çok şükür tekrar buradayım, yazı yazmak çok iyi geliyor. Buradan bir kişiye bile ulaşabiliyorsam, bir kişi bile hayatında yozlaşmaya karşın tedbirler almaya başlamışsa, bu blog amacına ulaştı demektir, ne mutlu bana. Dizilerden bahsetmek istiyorum bu yazımda. Diziler zaten malumunuz ya, ben yine de üç beş bişe söylemek istiyorum dikkatimi celbeden. Hadi başlayalım.

KanalD'nin tekrar tekrar yaptığı birşey var dizilerde biliyor musunuz? Akrabalık bağları olan kişileri aynı kişiye aşık etmek... İşte bunu çok yapıyor bu kanal. Örneklerini vereceğim sayın okurlar:


Yaprak Dökümü'nde Kızkardeşler Leyla ile Necla aynı adama aşıktılar. Necla ailesini karşısına aldı, bu adama kaçtı. Birlikte yaşamaya başladılar. Umdukları mutluluğu bulamadılar. Aradan zaman geçti, bu Leyla adamdan ayrıldı, ailesine affettirmeye çalıştı falan. Sonra Leyla ile adam evlendiler, bunlar da pek mutlu oldu denemez. Bu nasıl dandik bi senaryodur? Bu diziler ve filmler neden insanları imkansız aşklara özendirir? Neden aşkın imkansız olanı daha güzeldir? Hatta insanlardan o kadar çok sapıtanı var ki, en sonunda diyor ki, aslında seni değil, imkansız oluşunu sevdim. Tövbe tövbeee... Neyse devam edelim bakalım.


İyice fenomen hale gelmişti bu Aşk-ı Memnu. Kimin eli kimin cebinde belli değildi. Akrabalar birbiriyle ilişki yaşarken resmen genetik kombinasyon yapıldı. Biraz onunla takılayım, canım sıkılınca ayrılayım biraz da ötekiyle takılayım. Behlül mesela. Adam dizinin başından itibaren birlikte olmadığı kız kalmış mıdır acaba? Öyle çok duygu sömürüsü yapıldı ki, filmin son bölümünde Bihter'in nasıl gerçekçi ağladığı haber konusu oldu birçok programa. Türkiye milleti bi dönem bunlarla yatıyor bunlarla kalkıyordu işte. Doğu'da teröristler ortalığı kana bulasın, dış borcumuz bi türlü kapanmak bilmesin, eğitim sistemimiz her geçen gün yeni çıkan yasalarla daha da beter hale getirilsin, siz de bunlarla yatın kalkın ey ülkem... Çanakkale şehitleri bu günlere gelelim bu hallere düşelim diye canlarını verdi di mi? Aferim, çok iyi gidiyorsunuz devam edin.


Keza Öyle Bir Geçer Zaman Ki'de de aynı şeyi yaptılar. Mete ile Osman kardeşler aynı kıza aşıktılar. Sayın Okurlarım, bununla birlikte birşey daha dikkati celbediyor. Farkında mısınız bilemem ama bu tür dizilerin artmasıyla "aşk cinayeti" denilen vakalar da artmadı mı? Eskiden duymazdık pek böyle şeyleri... Son yıllarda oluyor bu tür cinayetler. Boşancam diyen karısını öldüren adamlar, ayrılcam diyen sevgililerini öldüren adamlar, vs. böyle devam ediyor. Gözünü sevdiğim RTÜK, işine gelince bal gibi de ceza kesmesini biliyorsun da bunları niye görmüyorsun? Allah aşkına bunların sonu ne olacak? Ne kadar lanet olası bi yozlaşmış bi hayatın içindeyiz. Ve işin daha kötüsü, bunları düzeltmek için doğru dürüst bi önlem alınmadığı için de, 10-20 sene sonra şimdiki hayatımızı da arar olcaz belki de, Allah ömür verirse tabi. Tüm bu yaşananlara aklım ermiyor, neden kimse müdahale etmiyor? Neden müdahale edenleri susturma çabası içindeyiz? Neden insanlar sistem yanlısı? Yeni yetişen nesil daha beter olacak. Dünya daha da yaşanmaz hale gelecek. Yavaş yavaş yeni dünya düzenine hazırlıyorlar. Allah aşkına tekrar tekrar diyorum ve bıkmadan diyeceğim Allah izin verdikçe, BU SİYONİST DÜZENE PRİM VERMEYİN! YOZLAŞTIRMA ÜRÜNÜ TV PROGRAMLARINI SEYRETMEYİN Kİ REYTİNG KAZANMASINLAR! Lütfen diyorum yaa, Allah aşkına ne olursunuz siyonizme dur diyelim artık. Bakın bunlar kafamıza silah dayamıyorlar, biz kuzu kuzu uyuyoruz onların lanet düzenine. Sonra da halimizden şikayet eden de biz oluyoruz. Bu ne biçim iştir yaa? Gelin biraz KanalD'nin bağlı olduğu Doğan Yayın Grubu'ndan bahsedelim.

Sedat Simavi'nin kurduğu Hürriyet Gazetesi'nin kuruluş yılı 1948'dir. İsrail'in kurulduğu yıl da 1948'dir.

Doğan Yayın Holding'in %25'ine sahip olan Axel Springer, İsrail'in en büyük destekçilerinden biridir. Yıllık karı 1 milyon Avro olup 10 binin üzerinde çalışanı vardır. Hey gidi dünya hey! Adamlar parayı parmaklarında oynatıyorlar? Bunların bu günlere gelmesine sebep bizleriz. Hadis-i şerif: "Sebep olan, yapan gibidir."

Dini her türlü biçimde kötüleyen, küçümseyen, öcü gibi korkutucu şekilde göstermeye çalışan da bunlardı. Bunların hepsini biliyoruz, peki hala daha niye bunların kanallarını seyredip onlara para kazandırıyoruz? 

Bakın sayın okurlar, bugün tuzumuz kuru bi halde yaşıyor olabiliriz, fakat günün birinde bize de o ülkelerdeki gibi bomba yağdırmayacakları ne malum? Ülke olarak borç kölesi olmuşsak ve hala daha onlara para kazandırmaya devam ediyorsak, bunun aynısını bize yapmayacakları ne malum bana söyler misiniz? Sadece kanallarını izlememekle de bitmiyor iş. Sosyal paylaşım sitelerinde beğenerek, paylaşarak onların popülaritesini artırmayın. Bundan da para kazanıyorlar. Reklam paraları popülariteye bakar çünkü sayın okurlarım.

Allah aşkına artık prim vermeyin şunlara, lütfen diyorum yaa, lütfen.