Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Aralık 2013 Pazar

THE ILLUSION OF FREE CHOICE

Selam aleyküm sayfa ziyaretçileri, burayı baya bi boş bıraktım. Özlemişim yazmayı. Aslında yazacağım öyle çok şey var ki. Çalışmaya başladım ve konular hakkında araştırma yapmam için pek zamanım olmuyor. Ama elimden geldiğince devam edeceğim inşallah.

Biraz gündemle alakalı konuşmak istiyorum.

Benim cemaatte 7 senem geçti. Evet, tam yedi sene. Başlarda güzeldi, iyi gidiyordu. Evlere gittiğimde bana kardeşleri gibi davranıyorlardı. Zaman, sızıntı vs. abone olayım diye yakama yapışıp kafa ütülemiyorlardı. İnsanların tek derdi Allahı anlatmaktı. Cidden böyleydi bak, şimdi bakmayın böyle amacından saptıklarına. Başlarda hakkaten Allah rızası vardı. Şehir değiştirdim sonra, bu sefer işler başka türlü olmaya başladı. Yani dini sadece milletten para toplamak zanneden yiyiciler türedi cemaatte. Son iki sene, ama özellikle son senemde, cemaat denen şeyin şirket haline geldiğini gördüm. Ve terk ettim orayı. Şerri hayrını aşmıştı. Ve ne biliyor musunuz, siz cemaatten ayrılınca da sanki ahiretinizi kaybetmişsiniz, kötü yola düşmüşsünüz gibi de arkanızdan konuşup, öyle muamele ediyorlar size. Hiç tınımda değil ya, muhabbet oradan açıldı diye yazıyorum. Neyse, ben bu cemaatte kalırken fethullah gülene pek ısınamamıştım açıkçası. Kafamda onunla ilgili sorular vardı. Soruları sorduğumda tatmin edici cevaplar alamıyordum. Benden sorgusuz sualsiz onun dediklerini yapmam dahi beklendi. Sadece Allahın ve peygamberimizin sav. sorgusuz sualsiz emirlerine itaat edilir. yani fethullah gülen kim oluyor ki? Bediüzzamanı ise çok sevmiştim. Nedense kafamda onunla ilgili pek soru takılmıyordu, hele hele risaleleri okuduktan sonra. Söylenmesi gerekenler tak-tak-tak aynen söylenmişti kitaplarda. Üzerine yorum bile yapamam. İslamla ilgili kafanıza takılan her soruya cevap bulabiliyordunuz. Evlere gittiğimde rafların en üstünde risaleler, ikinci ve üçüncü raflarda ise pırlanta diye tabir edilen fethullah gülenin kitapları dizili olurdu. Hani bir nevi önem sırası. Cemaatte geçirdiğim son senelerde sıranın tam tersine döndüğünü fark ettim. pırlantalar üste çıkmış, risalelerin de sayısı azalmıştı. Kamplarda ise risale yerine fethullah gülenin kitaplarına ağırlık verilmeye başlanmıştı. Fethullahın kitaplarını okuyalım diye bildiğiniz zorluyorlardı yani. Neden risale okunmadığını sorguladığımda anlaşılması zor olduğunu, pırlantaların zaten risale açıklamaları olduğu söyleniyordu. Nelerden mahrum kaldıklarını, ne güzel şeyler kaçırdıklarını bi bilselerdi... Halbuki anlaşılmayacak birşey yok, anlamıyorum deme, üşeniyorum de, o daha doğru. Üniversitede latince osmanlıca kitapları çözmek için 4 seneni harcıyon da bu mu zor geliyor? Yapma Allah aşkına bi git yaa..

Acınası haldeydiler bana göre. Şahısları putlaştırmışlar ve bu tür dalalette oldukları için islamın güzelliklerinden mahrum kalmışlardı. Allah bilerek isteyerek dalalete sapanı mutlu etmiyor ki. Yalnız kaldıklarında ağlarlardı biliyorum. Doğru yolda olduklarını zanneder, aslında hiç de mutlu değillerdi. Halbuki doğru yoldaysan, doğruyu bulmuşsan, mutlu olman gerekir, hayatından keyif alman gerekir öyle değil mi? Bunlar öyle değildi işte. Ve buna rağmen, düşün yani buna rağmen yav bu işte bi yanlışlık olabilir mi demezlerdi. Gözleri kapalı itaat ederlerdi. Günler böyle geçti. Her geçen gün daha da yozlaşıyordular. Ben dayanamadım bigün bastım gittim ayrıldım onların evlerinden. Ben gittikten sonra durumun daha da kötüye gittiğini iştim hep. Zaten cübbeli de demişti aynen dediği çıkıyor bakın:


Aynen dediği gibi tutmadı. Gelelim günümüze. Dönen dolapların özeti şöyle benim gözümden: Ak parti yüzde elliye sahip diye kasıntıya bağladı. Cemaat de ben olmasam o yüzde elliyi alamazsın diye yarışa girdi bununla. Neyse al gülüm ver gülüm olayları, sonra Ak parti dersaneleri kapatma mevzusuna getirdi işleri. Cemaate çok koydu tabi. Chp de durumdan faydalanmak istedi, baktı cemaat kesiminden oy boşluğu çıkıyor, hemen onların lehine açıklama yapmalar felan. Maksat boşluklar dolsun, kimse boş oy kullanmasın. Neyse cemaat de sen misin dersane kapatan deyip Ak parti’ nin tüm kirli çamaşırlarını ortaya serdi. Ve kanıt diye gösterilen fotoğrafların da hepsi sahte. Zaten fotoğraflar hiç de öyle gizli çekim durmuyordu belliydi zaten. Bildiğin adamların gözünün içine baka baka çekmişler.
Yav bi insan nasıl bu kadar çabuk unutur geçmişini? Nerden nereye geldiler? Nerde Allahı anlatma davası, nerde ayak kaydırma entrikaları? Rabbim sizi ve beni  yozlaştırmaktan ve elde ettikleriyle şımarmaktan muhafaza etsin. Görüyor musunuz nasıl unutabiliyor insan geçmişini? Araçların amaç (para) haline geldiğini görüyor musunuz? Tam ibretlik bunlar.

İşte efendim Ak parti olmazsa Chp olsun. O da olmazsa Mhp. Alıyorlar işe yaramaz adamları önüne dayıyorlar buyur seç birinden birini. Hayır olmaz efendim. Başka ülkelere bağımlı olduğumuz sürece, yozlaşmaktan vazgeçip özümüze dönmediğimiz sürece, kula kulluk yaptığımız sürece bu memleket düzelmeyecek. 



Hee bu arada, İki asfalt döşeyip bir iki köprü baraj yaptırmakla da memleketin refah seviyesi yükseldi olmuyor. Siz önce bana toplanan vergiler nerelere harcanıyor onun hesabını verin. Asgari ücretin satın alabilme gücü yükseldi mi onu söyleyin. Suriye’ ye neden bunca harcamalar yapılıyor bana onu söyleyin. Göstermelik bir iki yapı-inşaa bilmem nesi yapıp al bak hizmet ediyoruz olmuyor. Ben bi düzelme göremiyorum ülkemde. Yalancı sayısı artıyor, paraya tapanlar artıyor, lükse heves artıyor, artıyor babam artıyor. Şükretmek nedir unutulmuş. Eşya eskimeden hemen gidip yeni çıkanını alıyorlar. Milletin bu huyunu bildiklerinden dayanıklı eşya da üretmiyorlar. Ne hale geldik. Tüket tüket tüket. İnsanlığı tüket. Çevreyi tüket. Para kazanma hırsına kendini tüket. Lanet olsun böyle hayata? İnsanlar köylerindeki huzuru bırakıp, lüksün peşinden koşmak için şehirlere geldiler ve şimdi huzur arıyorlar.

Valla ne yalan söyliyim, ben pek umutlu değilim memleketimden. Vatanımı çok seviyorum ama milletimi değil. Çünkü milletim dalalete saplananın arkasından koşarak gidiyor. İşine geleni görüyor. İşine gelmeyince kılıf uydurup kendini haklı çıkarıyor.
Allah bizi muhafaza etsin, sade hayat yaşamaya bizi sevketsin, dünyevi lüksten ve hırstan bizleri korusun. Amin amin amin…




11 Mayıs 2013 Cumartesi

AĞAÇ YAŞKEN EĞİLİR

Esselam aleyküm dostlar, nasılsınız? Recep ayınız mübarek olsun, Allah hepimize günahlarımızdan arınma nasip etsin inşallah kardeşlerim.

Bugün bi haber okudum, dikkatimi çekti, sizlerle paylaşmak istedim.

Haber İsrail'deki çocukların eğitimi hakkında. Daha ufacık yaştaki çocuklar kamplara götürülüyor ve onlara öldürme üzerine eğitim veriliyor. Bu nasıl birşeydir arkadaş yaa? Adamlar kitaplarına nasıl sıkı sıkıya bağlı görüyor musun? Ne kadar çok öldürürlerse hayatta o kadar başarılı olacakları vurgulanıyor. 

Şimdi günümzde ne kadar pislik ne kadar zulüm var görüyorsunuz, biliyorsunuz de mi? Bunların üzerine bi de medyanın göz ardı ettiklerini de ekleyin. Şimdi de 5-10 sene sonrasını düşünün. İşte adamlar yetiştirdikleri bu çocuklarla şimdikinin kat be kat fazlasını yapacaklar. Çünkü çocuk dediğin sorgulamaz, siz verirseniz aynen alır onu. Ve çocukken verilenlerin, yetişkenken verilenlerden kat kat daha kalıcı ve etkili olduğunu da varsayarsak..

Adamlar herşeylerini kitaplarına uygun biçimde yapıyorlar. Dayanak noktalarına bakalım:

"Onların herşeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme, erkekten kadına çocuktan emzikte olana öküzden koyuna deveden eşeğe hepsini öldür."(I. Samuel bab 15 ayet 3 s 286)
"İhtiyarı genci ve ere varmamış kızı ve çocukları kadınları helak için vurun gözünüz esirgemesin ve acımayın"(Hezekiel bab 9 ayet 5-6 s 794)

 Hümanist geçinenler, özellikle siz görün bu rezaletleri.. Alın bakın daha da var bissürü:

"Suriyelileri bitirinceye kadar Afekte vuracaksın."(II. Krallar bab 13 ayet 17 s 383)

"Kanlarını için etlerini yiyin."
"Et yiyn ve kan için yiğitlerin etini yiyecekseniz ve dünya beylerinin kanını koçların kuzuların ve ergeçlerin boğaların kanını içeceksiniz. Hepsi Başanın semiz hayvanlarıdır. Sarhoş oluncaya kadar kan içeceksiniz."(Hezeikel bab 39 ayet 18-20 s 828)

Et yeme kan içme olayını zaten defalarca kez yazılarda gösterdim, adamların dini bu işte. Ritüelleri bu. Normalleştirmeye çalışmaları, bizi kendilerine benzetmeye çalışmaları da bu yüzden. 

Allah aşkına kardeşlerim, uyanık olalım, prim vermeyelim şu Allahın belalarına ya. Görmüyor musunuz saçma sapan dizilerle filmlerle bu milleti nasıl oyaladılar? Abuk subuk televizyon şovlarıyla, müziklerle nesillerin basiretlerini kör ettiler. Etrafınıza bi bakın, ortalık çok afedersiniz uçkur sevdasıyla yanan tutuşan gençlerle dolu. Bunların bize vaadettiği "yeni dünya düzeni" bu işte. Allah aşkına prim vermeyin. Onlara benzemeyin, özünüze dönün, islam bize ne emrettiyse onu yapalım, hak dinden ayrılmayalım kardeşlerim lütfen yaa..

Bu yahudi çocukların eğitimiyle ilgili bi video çekmişler. Videoda sorulan sorular ve cevaplarına bakın yani resmen ibretlik:

Video görüntüsünde çocuklara sorulan sorular ve alınan cevaplardan oluşan diyaloglardan bir kısmı aynen şöyle:

*Size silahları gösterdim değil mi?
-Tüfek, şarjör, 50 kalibreleri... Makineli silahları, havan ve el bombalarını...
*El bombasını nasıl kullanırsın?
-Pimini çekip düşmana fırlatırsın.
*Nerde olmak istiyorsun?
-Hava kuvvetlerinde, gökyüzünden füzeleri ateşlemek istiyorum.
*Tankın içindeyken neyi hayal ettin?
-İnsanları öldürüyordum.
*Kimler?
-Araplar. Ölü bir Arabı hayal ettim ve bu beni mutlu etti.
*Hangi silah daha fazla insan öldürür?
-Merkava 4(Tank)
*Ne kadar insan öldürmeyi hayal ediyorsun?
-85


6 Mayıs 2013 Pazartesi

SEMBOLLER VE ANLAMLARI

Selamınaleyküm okurlar nasılsınız görüşmeyeli? :) Aklımda birkaç konu vardı, en son yazımda başladım, şimdi devam edeceğim inşallah. Konular parça parça olduğu için, tek bi yazıda birkaçını toplamak iyi olur diye düşündüm, inşallah beğenirsiniz. Hadi başlayalım bakalım.

Geçenki yazıda karşıtlıkların önemli olduğunu söylemiştim, hatırlarsanız. Bu karşıtlıklar konusu üzerinde duracağım biraz daha. Siyonist felsefede sağ el yolu ve sol el yolu bulunur. Ama bu, birbirlerinin düşmanı anlamına gelmiyor. Sağ el yolu ve sol el yolu birbirinin düşmanları değildir, aksine birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar, öncelikle burada anlaşalım. Hani Türkiye'deki gibi sağcılık solculuk değil bu, birbirleriyle savaşmıyorlar, aksine aynı madalyonun iki ayrı yüzü gibiler. Birbirlerini bu şekilde dengelediklerine inanıyorlar. Sağ taraf iyiliği, barışı, femineni temsil eder. Sol taraf ise kötülük, kaos ve erkekliği temsil eder. Bu ikisini birbiri olmadan yapamayan bir evli çifte benzetebilirsiniz. Uzun lafın kısası al birini vur ötekine :)

Sağ el yolu beyaz sihir (white magic) ve sol el yolu kara büyü (black magic) ile ilgilidir. Hani Aleister Crowley ile ilgili bahiste söylemiştim, Yu-gi-oh'ta da geçiyordu bu kara büyü olayı. Heh, işte onlar sol el yolunu temsil eder.

Sağ el yolu deyince aklınıza sosyal toplantılar, paganizm, cadılar, new age safsataları, NLP tarzı kişisel gelişimciler, taoizm, budizm, hinduizm, mental konular, ruh, beden, çakra, ve üç misli kanunu (threefold law) gelsin. Barış, hoşgörü, duyarlılık vs. gelsin. Üç misli kanunu nedir diye soracak olursanız hemen söyliyim, paganizmin temel prensiplerinden biridir üç misli kanunu. Şöyle denir, eğer bi kötülük işlersen bu ileride birgün sana üç katı misliyle döner. Ama elhamdülillah bizim dinimizde, ne yaparsak aynen onu göreceğiz öyle üç kat beş kat felan yok. İslamdaki denge anlayışı ile siyonist denge anlayışı birbirinden çok farklı şeyler ve ileride açıklayacağım inşallah, nasıl saçmaladıklarını göreceksiniz. Sağ el yolu feminen karakter taşıdığından dolayı, zaten cadılık sıfatı bayanlara atfedilir, şahsen erkek cadı görmedim. Şimdiki sosyal oluşumlarda kendini wiccan olarak tanıtan erkekler var ama sonuçta bu feminen bir oluşum.

Sol el yolu deyince de aklınıza kaos, acımasızlık, şiddet, kötülük, masonluk, İsrail, ABD, anarşizm, satanizm, sex magic, zihin kontrol vb. konular gelsin. Sol el yolu erkek karakter taşır, dikkat ettiyseniz mason locaları bayan üye kabul etmezler, bayan olduğu halde mason olduğunu iddia edenleri de yok sayarlar. Bunun sebebi işte tamamen sol el yolunun erkek karakter taşıması. Amaçlanan şey, dengeyi sağlamak. Sözde dengeyi sağlayacaklar ama dünyanın halini görüyorsunuz zaten herşey ortada, herşeyi mundar ettiler. Git gide daha da beter olacak. Allah sonumuzu hayır etsin.

İster sağ el yolu olsun, ister sol el yolu olsun, her iki tarafın mensupları da dengeyi sağlamaya yönelik bir katkıda bulunduklarını zannediyorlar. Yani sen bi İsrailli askere neden Ebu Garip'te o işkenceleri yaptın diye sorsan adamın vicdanı sızlamayacak, çünkü o dengeyi sağlamaya yönelik bi katkıda bulunduğuna inanıyor. Yaptığı şeyin doğru olduğuna inandırılmış, vicdanı rahat olduktan sonra zaten siz bi insana ne anlatabilirsiniz ki?

Gelin bi de İslam'daki dengeden bahsedelim. Fakat beni yanlış anlamayın, karşılaştırma yapmıyorum çünkü İslamla karşılaştırabileceğiniz herhangi bir din, oluşum, veya başka birşey bulamazsınız, çünkü böylesine yüce bir dini karşılaştırmaya din yok. Ben sadece kafalarda şüphe olanlara farklı seçenekler sunmaya çalışıyorum hepsi bu. Yoksa İslam gibi bir din böyle safsatalarla karşılaştırılmaktan münezzehtir, çünkü zaten karşılaştırma yapmaya gerek yok, zaten İslam din olarak, yaşam tarzı olarak bize yeter de artar bile, çok şükür. Bakın dikkat ederseniz, zayıf imana sahip müslümanlar adaletsizlikten şikayet ederler, neden müslümanların başına hep kötü şeyler geldiğinden yakınırlar, haşa Allahın adaletinden şüphe ederler ama olay, onların dediği gibi değil. Sağ el ve sol el felsefesinde doğal olarak ahiret inancı olmadığı için dengeyi bu dünyada sağlamaya çalışıyorlar, sözde tabi. Oysaki ahiret kesinlikle var ve bizim inancımıza göre asıl denge öteki tarafta sağlanmış olacak, dolayısıyla onların denge adına işledikleri herşey öteki tarafta başlarına bela olacak. Hadi sol elcileri anladık, sağ elcilerin başına neden bela oluyor onlar iyiliği temsil etmiyorlar mı? Bu sorunun cevabı olarak önce Kehf suresi 103, 104 ve 105. ayetlerini buraya yazmak istiyorum:

"De ki: <Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi? Onların dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.> İşte onlar Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız."

Ayette apaçık söylenmiş işte. Kaldı ki sağ elciler, gerçekten iyilik olsun diye değil, sırf dengeyi sağlamak için yapıyorlar, yani sol elcilerin değirmenine su taşıyorlar. Olay bundan ibaret işte. Ama her ikisinin de yaptıkları boşa gidecek inşallah, ve asıl denge neymiş öteki tarafta göreceğiz bakalım.

Uzun lafın kısası şu sağ el-sol el muhabbetini bir şemayla göstermek istersem:


Olay budur yani gördüğünüz gibi. Aslında bu da kibirden geliyor biliyor musunuz? Yani demek istediğim, Allah bi denge kurdu ama haşa, biz de denge kurarız, haşa biz daha iyisini yaparız gibisinden bir isyan, bir karşı çıkış var. Yaa ne diyim, Allah topunuzun belasını versin. Yemin ederim bunların kibrinden artistiklerinden gına geldi. Bi tövbe et, bi şehadet getir sen de kurtul biz de kurtulalım bu nedir yaa? Yemin ederim, Allah'a dayansa, sadece ona güvense ne kadar rahat edecekler. Hiç bu kadar dolambaçlı yollara ve zahmetlere de gerek kalmayacak. Ama yok işte adamlara dinletemiyorsun ki. Acayip bişe bunlar kardeşlerim. Her neyse.

Hazır yeri gelmişken size bir de karma felsefesinden bahsedeyim. Karma felsefesi uzak doğu menşeli bir düşünce akımı. Olumlu manalar içerse de aslında insanlara ebedi mutluluk vermekten çoook uzak bir yapıya sahip. Yani bu ne demek biliyor musunuz? Çok fazla susayıp da deniz suyu içmeye benzer. Halbuki deniz suyu tuz içerdiğinden dolayı sizi daha da çok susatacaktır. Bu da öyle birşey işte. Hem size bişe diyim mi, bu hindistan kökenli felsefeleri sanki çok büyük bişe gibi kakalamaya çalışıyorlar ya, yalan. Sakın inanmayın. Nasıl ki paganlarda iğrenç pislik ritüeller var, bunlarınki de öyle. Bakın bunların haşa tanrı diye taptıkları şeylerin figürlerini göstereyim, nasıl iğrenç. Resmi bi gör de bak bakiyim huzur mu buluyon başka bişe mi buluyon sen karar ver artık orasına.



Tipe bak yaa.. Sıfata bak.


Al işte. Bunların taptıkları bu işte. Ama medya öyle demez, yok feng-shui yok efendim yoga bilmem ne, huzura varacakmışız. Yaav yok öle bişi, huzur muzur bulamazsın bunlarda kendin de görüyon, gitmiş kafalarını koparmış kendine kemer yapmış bissürü pislik dolu. Daha neler vardı da gözünüz fazla haram görmesin diye koymadım, siz anlayın artık. Bunların nesli böyle yetişiyor, ama biz müslümanız elhamdülilah, ve tek huzur kaynağı islamdır, nokta. Lamı cimi yok bunun kardeşim, git üşenmiyorsan araştır her türlü dinleri, inançları vs. İslam gibisini asla bulamayacaksın. Tek dikkat edilmesi gereken şey şu: islamı kafasına göre yorumlayandan uzak duracaksın, onun bunun ağzından değil, bizzat kurandan ve hadislerden öğreneceksin islamı hepsi bu. Gerisi tereyağından kıl çeker gibi geliyor, çünkü Allah yardım ediyor kuluna. Sen azcık bi ivme kaydet, bak ne kapılar açacak o sana kardeşim. Her neyse biraz karma felsefesinden teknik anlamda bahsedeyim.

Şimdi bi kere bu karma inancında ahiret inancı yok, al işte baştan kaybetti. Ahiretsiz olmaz ki, o zaman bu kadar kötülüklerin hesabı nerde sorulacak? Bu kadar iyiliklerin karşılığı nerde alınacak di mi yani?

Bu sistem onun yerine diyor ki, herkes bi kastta doğar diyor. Sen ne yaparsan yap, senin kastın değişmez diyor. Al işte saçmalığa bak. İyi davranışlarda bulunan bir sonraki hayatında iyi kastta doğacakmış, kötü davranışta bulunan da.. Yaa kardeşim bırakın şu işleri bi bırakın yav.

Bu iyi karmaların en üst düzeyi de rahip mertebesiymiş. Yani rahip olduysan bi daha dünyaya gelmeyeceksin ve nirvanaya ulaştın demekmiş. Yaa off, saçma sapan şeyler işte. Yazmıycam bunun üzerine daha fazla gıcık oldum. Hadi Allah'a emanet olun. 




9 Mart 2013 Cumartesi

FALLEN ANGELS (DÜŞMÜŞ MELEKLER)

Selamınaleyküm okurlar, naber? Nasıl gidiyor hayat? Bu yazım kısa olacak biraz, aklımdaki birkaç mesele hakkında bilgi verip bitireceğim inşallah. Hadi başlayalım :)

İlluminati hakkında araştırma yapmışsanız veya en azından bu sitede yazanları okuduysanız, illuminati musibetine ait tek bir ilah değil, haşa birçok ilah ismine rastlamanız olasıdır. İlah dediğime de bakmayın tabiki tek ilah Allahtır, ilah derken onların ilahı yani, tamam? Şimdi bu yazıda belki kafanızda bazı şüpheler vardır diye onların ilahlarından en çok anılanları ve ne manaya geldiklerini yazacağım. Sonra da başka konulara daha değineceğim.

Baphomet: İstedikleri herşeyi ona inananlara verdiğine inanılır. Yani demek istediğim dünyevi şeyler, para, ev, araba, altın vb. gibi şeyler. Nitekim baphomet el işaretini ünlülerde rastlamanız son derece olasıdır.

İsis (Babalon): Koruyucu tılsım manasına gelir. Bu daha çok paganistleri ilgilendiriyor diyebiliriz. Çünkü paganistlerin huyudur öyle şifayı doğaya ait öğelerde aramak, mistik şeyler falan onların ilgi alanına daha çok giriyor. Zaten buna yönelik bir sürü ritüelleri var, herbir sorun için bir çiçeği, rengi, vs. sembolize etmişler.

Aiwass: Bunu Aleister Crowley ile ilgili yazı dizimde anlatmıştım zaten. Anlamı da astral seyahat deneyimi yaşatması (güya). Ey Allahım yaa, saçma sapan işlerle uğraşıyorlar tiplere bak yaa.. Allahım ya rabbim yaa..Lanet olası kibrini kırsan da imana gelsen sonra da bir iki dua etsen bu kadar uğraşmazsın. Kendi kendilerini zorluyorlar hey ya rabbim yaa..

Lucifer: Zekanın artmasıyla ilgiliymiş bu da. Bu arada Lucifer mana olarak sabah yıldızı (morning star) yani Venüs'e işaret eder. Venüsün özelliği de karanlığın en son deminde ortaya çıkması. Manasal olarak önem taşıyor yani. Karanlık-aydınlık, siyah-beyaz, dişilik-erkeklik vb. karşıt şeyler paganların ve masonların ilgi alanına baya girer. Burada Venüs'e yükledikleri anlam, adeta karanlıktan aydınlığa çıkılmasını haşa sanki sağlamış gibi bir anlamdır. Lucifer düşmüş melektir, ona da yükledikleri anlam bu işte. Lucifer'e tapmalarını bu şekilde sembolik bi olaya bağlamışlar, küfretcem şimdi sembollerinize tövbe estağfirullah yaa..

Amon: Bu da yağmur yağmasını simgeliyor. Medyada çok duymuşsunuzdur rainman (yağmur adam) teranesi çok dönüyordu bi zamanlar.

Thoth: Diğer boyutlarla iletişimi sağladığına inanılır. Bu arada thoth kelimesine Aleister'in el attığı birçok işte rastlayabilirsiniz.

Athena: Sözde gaipten haber alınmasını sağladığına inanılıyor.

Az önce de dediğim gibi masonlukta veya paganizmde her ne pislikse, zıtlıkların ön plana çıkar. Özellikle eril-dişi ve siyah-beyaz temalar. Yine aynı şekilde taptıkları düşmüş melek ilahlar da aynı anlamı taşıyorlar. Şeytan, yani Baphomet, eril karakteri simgeler. Kaos temalıdır. Medyada yer alan haberlere bi bakınız, yav bu adamların zoru ne, niye durup dururken savaş çıkarıyorlar, niye durduk yere fitne çıkarıyorlar dediğiniz hemen herşeyin sorunlusu işte bu zihniyet. Baphomet tarafında yer alanlar daima karışıklık çıkarmak fitne fesat çıkarmak zorundalar, çünkü dengenin bu şekilde sağlanacağına inanıyorlar. Yine aynı şekilde Babalon yani İsis de düzeni simgeler. Bunlar daha çok wiccan, pagan vb. isimlerle anılan kısımdır. Bu kısma baktığınızda zaten son derece hoşgörülü, iyimser, yardımsevermiş gibi görülürler. Hatta Rosemary'nin bebeğini izlediyseniz orada da görebilirsiniz. Rosemary'ye nasıl iyi davrandıklarını, gerçek amaçlarının ne olduğunu. Hatta paganizmle ilgili yazımda yeşil farkındalık hareketinin öncülerinin de bunlar olduğunu söylemiştim. Tıpkı yinyang gibi. Bu felsefeyi ileriki yazımda daha da açacağım inşallah.

Şimdilik Allah'a emanet olun.


4 Mart 2013 Pazartesi

ALEISTER CROWLEY-3

Selamınaleyküm okurlar nasılsınız? Yazı dizisinin son kısmına geldik. Bu son bölümde Yu-gi-oh çizgi filminden ve Aleister Crowley ile ilgili bağlantılarından söz edeceğim. Buyrun okumaya:

Öncelikle özellikle Aleister Crowley'e atıfta bulunulan karakterleri size göstermek istiyorum:


Bu Alister, alnındaki işareti de görüyorsunuz zaten açıklama yapmama gerek yok.


Bu da Dr. Vellian Crowler. 

Yu-gi-oh'un sadece bölümler halinde yayınlanan bir çizgi film değildi, aynı zamanda filmi de çıkmıştır: Pyramid Of Light, yani ışığın piramidi. 


Biz normalde şuna alışkınızdır: film olsun, müzik klibi olsun popüler kültüre ait herhangi bir öğe olur, farkedilmesi zor veya görmezden gelinen bi yere bi sembol konulur, biz ordan anlarız onların kime hizmet ettiğini. Ama bu film tam tersi bi özellik gösteriyor. Sembol bulunmayan bi sahne yok gibi nerdeyse. Hatta hayatımda sembollerin bu kadar bol olduğu bir film görmedim diyebilirim.









Bunlar sadece birkaçı. Bunun gibi sembolik öğeler fazlasıyla mevcut. Yalnız benim sembolik öğelerden başka değinmek istediklerim var. 

Filmde kara büyü kelimesi sıkça geçiyor, bir kehanetten bahsediliyor. Kara büyü yani Black Magic Crowley'nin üzerinde çalıştığı pratiklerden bir tanesidir. Yine oyun kartlarında yer alan figürler çift boynuzlu şeytansı figürler. Film paganizme de hafiften göz kırpıyor:


Soldaki ikizlerin şeytansı kulaklarına ve sağdaki karakterin büyücü şapkasına dikkat edin. Büyücü şapkalı kızın göğsünde pentagram da var, ama resimde belli olmayabilir.

Kartlardan bi tanesinin ismi farklı boyuttan dönüş. Cinlerle temasa da işaret edilmiş. Yugi'nin karakterinde çift kişilik taşıması zihin kontrole ve içindeki cin tarafından yönetilmesine işaret ediyor. Yine kartlardan birinin ismi bilgelik taşı. Bu da masonların özellikle sıkça kullandıkları bir söz ki, masonlukta derecen ne kadar yüksekse o kadar bilgesin o kadar aydınlanmışsın demektir onlara göre.

Arrivals'ı seyredenler bilir, enerji ve mimari başlıklı bölümde, binaların biçimlerinin enerjiyi yaymasıyla alakalı olduğu söylenmişti. Burada da aynı şeyi görüyoruz, ışık piramidi kartı kullanıldığında enerji dalgaları açığa çıkıyor, hatta Yugi ve arkadaşları bu dalgaları takip ederek piramidin içinden kurtulmaya çalışıyorlar.

Filmde geçen bi cümle yine çok dikkatimi çekti. Hani bu yahudilerin bozuk kitabında da yazıyor ya, yahudi olmayan herkesi öldür, mallarına sahip çık şeklinde. İşte bu filmde de var, oyun oynayıcılardan bir tanesinin kurduğu cümle şu: "Yok edici canavarlarım dünyadaki bütün yaşam formlarını imha edecek."

Tüm bunların haricinde yalnızca Allah'a mahsus olan sıfatları yaratılanlara haşa atfedilen çok fazla sözle karşılaştım. Bunları işite işite izleyen çocukların zihinlerine kazınıyor ve Allah'a mahsus sıfatları Allah'tan gayrı varlıklarda görmek onlara normalmiş gibi geliyor. Birkaç örnek vereyim mesela:

1) Mumyalar için dirilen mumyalar diye söz edilmiş, halbuki ölüyü dirilten ancak Allah'tır, kehanetle falan olacak iş asla değildir.

2) Yugi'nin en önemli üç kartının ismi yenilmez tanrı kartları. Burada da Allah'a ait olan yenilmezlik vurgusu, firavunlara atfediliyor.

3) Pegasus'a oyunu sen kurdun değil, oyunu sen yarattın deniliyor,haşa. Yaratmak yalnızca Allah'a mahsustur.

4) Yugi'nin dedesi bu göz ileride olanları görecek diyor, ama gaybı Allah'tan başkası bilemez.

5) Kart yok edici virüs: Yok etmek ve yaratmak sadece Allah'a mahsustur.

6) Ruhların piramit gözü tarafından bedenden çekip alınması sahneleri var, ruhları bedenden alan sadece Allah'tır.


7) Son olarak şu sahne gerçekten çok ilginç. 


Mısır firavunlarından Tutankhamon, oyun oynayıcılardan birini alnından yakalıyor, peki neden ille de alnından? Bakın Rahman Suresi 41. ayette diyor ki: "(Çünkü o gün) suçlu günahkarlar, simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar." Görüyor musunuz Allah'a ait bu özelliği firavuna nasıl yüklediklerini? Sahnenin uzayda olması da diğer ilginç bi konu ki fallen angels olayını hatırlatıyor bana, diğer boyuttan varlıklar, cinler vs. Bununla ilgili başka bir sahne de şu:


Işık piramidinden çıkan ışık gökyüzüne doğru yükseliyor, bu da diğer boyuta geçişi simgeliyor.

Yazı dizisi bu kadardı sayın okurlar, Allah'a emanet olun.




ALEISTER CROWLEY-2

Selamınaleyküm okurlar, nasılsınız? Yazı dizisinin ilk kısmında Crowley'nin nasıl bi yaşantısı olduğundan bahsettik, kendisi İngiliz basını tarafından dünyanın en ahlaksız adamı ünvanını almıştır ve Crowley bundan mutluluk duymaktadır. Bu yazıda popüler kültür üzerine bıraktığı izlere değineceğim.

1) Dennis Weatley'nin The Devil Reads Out romanında satanist lider Mocato, Aleister Crowley'den esinlenmiştir. The Daily Telgraph gazetesinden James Hilton bu roman için demiştir ki:"The best thing of its kind since Dracula", yani "Dracula'dan beri türünün en iyisi." Bunun filmi de çekilmiştir, film satanik tören ve ayinlerle doludur. Filmden bi sahne:


2) Üzerine yazı da yazdığım Rosemary'nin Bebeği filminde doğan bebek Adrian, Crowley'nin Moonchild isimli romanından esinlenilmiştir. Ayrıca Adrian kelimesi, iblis isimlerinden bi tanesidir. Ve yine Moonchild isimli film ve birçok müzik bulabilirsiniz internette.


Bu da IMDb'si 6,3 olan Moonchild filmi afişi:


Burada da Iron Maiden'in Seventh Son Of Seventh Son albümünün açılış parçası, Burada King Crimson'ın, burada ise Rory Gallagher'in aynı isimlerde şarkıları yer almaktadır.

3) Robert Anton Wilson'un 1981 tarihli İlluminati'nin Maskeleri adlı romanında Crowley'i ana karakter olarak görmekteyiz.


4) Aleister Crowley'i 2012 yılının başkanı olarak oylamaya sundukları, sırf bu amaç için açılmış bir site işte buradan ziyaret edebilirsiniz.

5) Beğeni toplayan çizgi roman yazarı Alan Moore'un kendisi büyü pratisyenidir, From Hell adlı çalışmasında Crowley'i büyünün gerçek olduğunu açıklayan genç bir çocuk olarak görüyoruz. Küçük bir dipnot: kendisinin V For Vendetta isimli bir çizgi romanı da var. Bu film de zaten bu romandan esinlenerek çekiliyor. From Hell'den bi sahne:


Alan Moore, The Simpsons dizisine de konuk oldu:


From Hell, başrollerde Johnny Depp ve Heather Graham'in de yer aldığı bir film olarak çekilmiştir. Alan Moore aynı zamanda Batman'in en önemli sayılarından biri olan ünlü Joker karakterinin de yer aldığı The Killing Joke'u da yazmıştır.

6) Batman karikatürlerinden olan Arkham Asylum'da Amadeus Arkham karakteri Crowley ile buluşur, bir Mısır tarot kartının simgesi hakkında tartışma yaparlar ve sonra satranç oynamaya başlarlar.

7) Playstation oyunlarından biri olan Nightmare Creatures'ta şeytani güçlere sahip bir figür olarak karşımıza çıkan Adam Crowley de yine Aleister Crowley'e göz kırpmaktadır.


"t" harfinin ters haçı çağrıştırdığını farketmişsinizdir.

8) Beatles grubu da Crowley'den etkilenen müzik gruplarından bir tanesidir. Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band adlı 1967 seneli albüm kapaklarında Crowley'nin resmine yer vermişlerdir.


9) Led Zeppelin rock müzik grubunun üyesi Jimmy Page de Crowley ile ilgiliydi. Kendini Crowley'nin müridi olarak tanımladığı bile görülmüştür:


 666 ile The Great Beast'e atıf yapılmıştır, Crowley kendine beast yani canavar diyordu. O.T.O. ise Ordo Templi Orientis yani Doğu Tapınak Cemiyeti olup, Crowley bu cemiyetin kurucusu olmasa bile kurulduktan sonra oldukça katkıları olmuştur, çeşitli ülkelerde şubeleri kurulmuş olup, satanist faaliyetler göstermektedirler.

10) The Doors müzik grubunun 13 adlı albümünün arka kapağında grup üyeleri Aleister Crowley heykelinin etrafında oturmuş bir vaziyette poz vermişlerdir.


11) Buradaki linke tıklayarak, Facebook'ta söylediği sözler çokça paylaşılan Paulo Coelho'nun The Telgraph gazetesinde yer alan kara ayinleri yönettiği haberini okuyabilirsiniz. Kendisi şarkı sözü yazarlığı da yapmıştır ve Raul Seixas adlı Brezilyalı rock müzisyenine de vermiş olduğu Alternative Society ve Novo Aeon isimli şarkılarda Crowley'nin izleri okunabilir.

12) Ünlü rock müzisyeni Ozzy Osbourne'un da Crowley'ye atıfta bulunduğu Mr. Crowley şarkısı bulunmaktadır.

13) Red Hot Chili Peppers müzik grubu üyesi John Frusciante da Crowley hayranıdır. 666, I'm Around, Emptiness ve Look On adlı müzikleri Crowley'den esinlenilmiştir.

14) Alman pop müzik grubu Alphaville de Red Rose şarkısında Crowley'ye olan bağlılığını göstermiştir.

15) İngiliz rock müzik grubu Manic Street Preachers You Love Us şarkısında yine atıfta bulunur.

16) Amerikan rock grubu Murder City Devils'in albümlerinden birinin adı Thelema olup arka kapakta "Do what thou wilt" ibaresi yer almaktadır.


17) Köklü geçmişe sahip rock müzik gruplarından The Rolling Stones'un kurucu üyesi Mick Jagger'ın Crowley'den esinlenerek bestelediği bir müziğinin adı Invocation Of My Demon Brother olup eğer okuduysanız Will.i.am ile ilgili bir yazımda you can go hard meselesini ele almıştık, o şarkıda yer alanlardan biri de Mick Jagger'dı.

Bunlar gibi daha birçok örneğine rastlayabilirsiniz. Bu müzik gruplarının konserlerine on binlerce insan katılıyor, filmleri milyonlar seyrediyor, az buz değil büyük bir kitleye hitap ediyorlar. Adamlar büyük oynuyorlar. Şarkı sözlerinde It's my life, i do what i want vb. tarzda aynı felsefeye atıfta bulunan birçok cümleye rastlayabilirsiniz. Böyle birşey islamda yoktur sayın okur, sen öyle canının her istediğini yapamazsın, nefis terbiyesi diye birşey var di mi? O kadar insan boşuna mı oruç tutuyor? Kaldı ki biz dünyaya öyle sefahate dalmaya canımızın her istediğini yapmaya gelmedik. Helal dairesinde yaparsın o ayrı. Ama canım ne isterse onu yaparım demek çok çok ayrı birşeydir.

Allah'a emanet olun sayın okurlar.




ALEISTER CROWLEY-1

Selamınaleyküm sayın okurlar, nasılsınız? Yeni bi yazı dizisine başlıyorum Allah'ın izniyle. Aleister Crowley, felsefesi ve etkileri üzerine bi yazı olacak. Neden özellikle bu adamı seçtim derseniz, yazı dizisinin sonunda sanırım daha iyi anlaşılacaktır. Zaman gazetesi hani her olayı Ergenekon'a bağlıyor ya, bu adam da öyle, nerde var Lusiferyan siyonist bi pislik, altından bu adamın felsefesi ve görüşleri çıkıyor. Siyonist sapkınlar için önemli bi şahsiyet. Düşmanını iyi tanımak gerek, hadi buyrun biz de Aleister Crowley'i bi tanıyalım...


Kendisi İngiliz, 1875 doğumlu. Hakkında söylenecek o kadar çok şey var ki, hangisinden başlayacağımı şaşırdım. Dindar hristiyan bi aileden geliyor ve satanist akımların geliştirilmesinde öncü kişiliklerden biri oluyor. Birçok insan bu akımların takipçisi oluyor. Kurduğu felsefenin adı: Thelema. Simgesi de unicursal hexagram denen şu simge:


Felsefenin ana kanunu şu: "Do what thou wilt shall be the whole of the law", yani canın ne isterse yap, tüm kanun bundan ibaret. Felsefeye bakar mısınız, herkes canı ne isterse yapsa dünya ne hale gelir? İslami emir ve yasaklara tamamen zıt görüşler, ve daha kötüsü bu felsefe popüler kültürle içli dışlı bi halde.

Adam, özetin özeti şekilde söylenecek olursa, dünya üzerinde yapılabilecek her türlü kötülüğü adeta akademisyen gibi bir bir gruplandırıyor, hakkında kitaplar yazıyor, şiirler yazıyor. Çeşitli siyonist cemiyetlere üye oluyor ve aktif öncü roller oynuyor. Sex Magic diye bi olay var mesela, cinsel ilişkiye kaç türlü girilir, ne şekilde olur bilmem ne bilmem ne sanki ders kitabı yazar gibi oturup bunlara kafa yormuşlar. Aynı zamanda Crowley'nin büyücülükle de arası çok iyi. Büyü çeşitleri üzerine de kitapları var, uygulamalı hem de. Uzun lafın kısası satanizm akademisyeni diyebilirim size. Crowley daha sonra işi iyice abartıyor ve bir nevi peygamberliğini ilan ediyor. Book of Law diye bi kitabı var. Bunu "Aiwass" adlı bi meleğin kendisine yazdırdığını iddia ediyor. Güya neymiş efendim, bu Aiwass denen şey, Horus'un oğluymuş da ona vahiy getiriyormuş haşa. Aiwass'ın ne olduğunu artık bilemiyoruz, cinlerle de bağlantısı olabilir bu adamın. Cinler tarafından kandırılmış da olabilir. Bunu önceki yazılarımda söylemiştim zaten, fallen angels demiştim ya hani. O tarz bişe olabilir. 

Kendisi hakkında müslümanlara hayran diye söyleyenler var. Açıkçası bunu söyleyenler herhangi bir delil getirmeden söylüyorlar ne kadar doğrudur bilemem. Doğru olsa bile ne kadar meşru bi sebeptir orasını da bilemem. 

Crowley'nin Atatürk hayranlığı da var. Hatta oğlunun ismini de Attaturk koyduğu çok bilinen bişe. Crowley ile Atatürk arasındaki en önemli benzerlik şu: mason olup olmadığı çok tartışmalı olan, fakat icraatleri kesinlikle siyonizme hizmet eden şahsiyetler. Zaten durum böyle olunca ha ben masonum demişsin ha dememişsin, çok da bişe farketmiyor.

Adamın hayatı dozunu kaçırmış bir şekilde uyuşturucu, cinsellik ve şiddet içerikli hayat. Zaten felsefesi de belli, canın ne isterse onu yap. 1947 yılında ölüyor, yine ölürken diğer boyuttan varlıklarla iletişim halinde öldüğü söylenir.

Konuya devam edeceğim, Allah'a emanet olun.


DISNEY VE YOZLAŞTIRMA

Selamınaleyküm sayın okurlar, internette çok faydalı olacağına inandığım bi video buldum, sizle paylaşmak istedim, buyrun:


3 Mart 2013 Pazar

ŞAHSA MÜNHASIRAN...

Selamınaleyküm sayın okurlar, yeni bi yazı dizisi üzerinde araştırma yapıyorum. Çok ilginç bilgiler elime ulaştı, sizinle paylaşacağım ve çok yakında yayınlayacağım inşallah.

Allah'a emanet olun.

2 Mart 2013 Cumartesi

GERÇEK SORUN ANADİL Mİ?

Selamınaleyküm sayın okurlar, çok kısa birkaç şey söyleyip çıkcam.

Hani diyorlar ya, kürtçe meselesi diyorlar anadil meselesi diyorlar. Terör olayları sorunu bir kürt sorunu değildir, Suriyeli mülteciler de dahil olmak üzere, ortada dönen çok başka hesaplar vardır. Siyonist manyaklar tahrif edilmiş kitaplarındaki yazanları bir bir uygulamaya geçiriyorlar ve bunu yaparken de onlar yerinden kıpırdamasın, biz kendi kendimizi yiyip bitirelim istiyorlar. Şu kaynaktan aldığım bilgiye göre, Türkiye'de konuşulan dil sayısı 34. Rusya'da 100, Çin'de 292, Amerika Birleşik Devletleri'nde ise 188. Şimdi bi kıyaslama yapın bakalım. Bu kadar çok dil çeşitliliği olan ülkede anadil meselesi gündeme bile gelmiyor da bizim doğuda neler oluyor söyler misiniz? Vakt-i zamanında bu insanlara neden bu kadar baskı yapıldı kürtçe konuşmasınlar da türkçe konuşsunlar diye? Bugünlere zemin hazırlamak içindi işte. Yoksa ortada dil meselesi falan yok, bırak herkes istediğini konuşsun, elin Amerika'sı Çin'i Rusya'sı bilmem kaç yüz tane dil konuştu da ekonomileri mi bozuldu? Geçin siz bunları milleti oyalamayın artık. Hoş, gerçi millet kendini oyalayanlara pek prim veriyor o da ayrı mesele ya neyse.

Sorun sadece doğudaki sorun değil sayın okurlarım. Türkiye'nin başka hangi meselesi olursa olsun, kendi problemlerini kendisi çözen bi ülke olmak isteyen, bi kere dışa bağımlı olmaz. Bu iş en evvel gerçek ekonomik özgürlüğü kazanmakla oluyor. Bunun bilincine varabilmek için de insanın gönlünde samimi bir iman olması gerekiyor, öyle gideyim beş vakit namaza camiye, ramazanda da orucumu tutayım tamam çok iyi müslümanım, hee çok iyi müslüman değilsin işte. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyeti hakim insanlarda, bu gerçek müslümanlık değildir, olsa olsa münafıklıktır, kendini kandırmacadır. Elin şerefsiz siyonistinin gölgesinde yaşayacağına, bırak isyan et, savaş açsalar bile, ölsen bile, en azından şerefinle ölürsün, belki şehadet makamına eresin. Ama böyle şerefini kaybetmiş bi şekilde yaşayıp geceleri yastığa başını rahatça koyabiliyorsan, zaten sana diyecek hiçbirşeyim yok.

Allah'a emanet olun.

27 Şubat 2013 Çarşamba

SURİYELİ MÜLTECİLERİN SONU NE OLACAK?

Selamınaleyküm okurlar nasılsınız bakiyim? Şu mültecilerle ilgili kafama takılan birkaç konu var, sizinle de paylaşmak istedim, ilgisini çekenler buyursun okumaya...

Bu yazımı yazarken tarih 26 şubat 2013. Şu linkteki kaynağa göre 13 şubat 2013 tarihi itibarıyla Suriyeli mülteci sayısı 270 bini aşmış durumda. Bunların 177 387si kayıtlarda yer alırken, Birleşmiş Milletlerin kaynaklarına göre kayıt dışı olan daha bi yüz bin mülteci daha varmış. Okurlarım, biz bunları bünyemize alıyoruz tamam da, nereye kadar sürecek bu iş? Bu linkten edindiğim bilgiye göre, ki bu haberin tarihi de 15 ocak 2013, Esed'den kaçan Suriyeli mültecilere o güne kadar yapılan yardım 609 milyon lira. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan söylüyor bunu. Ayrıca şunu da ekliyor, tüm dünyanın bu mülteciler için yaptıkları yardımlar sadece 30 milyon dolar. Biz niye seferber ediyoruz ki kendimizi bu kadar? Tamam zorda kalana tabi ki yardım edeceğiz, ama yöneticilerin önceliği kendi milleti olmalıdır. Türkiye'nin batısında insanlar asgari ücretle, kimisinin sigortası bile yok, kıt kanaat geçinmeye çalışıyorlar, bunca para bunca ödediğimiz vergiler nereye gidiyor? Tüm dünya devletleri içinde bir tek biz miyiz? 739 liradan 773 liraya çıktı, ama buna karşılık akla gelen herşeye yapılan zamlarla insanların satın alma gücü düştü. Hükümet birşeylere masraf yapıyor ama vatandaşa hiç sormuyor, sonra da parasını vatandaştan çıkarıyor.


doğalgazınız,


ehliyet harçlarınız,


trafik cezalarınız,


emlak vergileriniz,

motorlu taşıt vergileriniz ve bunun gibi daha akla gelebilecek birçok şeye zam geldi. Denetimler sıklaştırıldı, ki kesilen cezalar devlet sermayesine fayda sağlasın. Artık devlet görevlileri resmen bi hatamızı arar olmaya başladılar. Haksız mıyım sayın okurlar? Sizce de böyle değil mi yani ben mi yanlış düşünüyorum?

Bu anlattıklarımın yardım etmek=teröristlik oldu konulu yazımla da alakalı aslında. Şimdi gelelim bu tuhaf olayların iç yüzünü anlatmaya.

Olay 1950li yıllara değin uzanıyor aslında. Adnan Menderes Hükümeti başta. Güney Kore ve ABD'nin müttefiki olarak Türkiye'den asker gönderiliyor. Bu aslında bi niyet belirtisi, biz de NATO' da yer almak istiyoruz gibisinden, ve alınıyor da. 18 şubat 1952'de NATO'ya resmen dahil oluyoruz ve sonra dış güçler topraklarımızda askeri üsler kuruyorlar. Düşünebiliyor musunuz, resmen ABD'nin müttefiki oluyoruz. Yani ne zaman onun güvenliğini tehdit edecek bir durum olsa, tıpkı bizim güvenliğimiz tehdit edilmiş gibi yardıma koşacağız. Düşmanla hiç müttefik olunur mu söyler misiniz? Siz bir yılanın sizi sokmayacağından emin olabilir misiniz? Veya bir aslanın sizi parçalamayacağından emin olabilir misiniz? Durum çok garip, neden garip, çünkü Menderes gibi bir liderin zamanında bu işe kalkışmışız. Bu ona baskıyla mı yaptırıldı yoksa seve seve mi yaptı orasını Allah bilir. Ama bildiğim birşey var ki hiç iyi olmadı. Yine aynı şey Birleşmiş Milletler için de geçerli. Bunların ikisi de siyonist düzene hizmet eden kuruluşlar, nerden biliyorsun demeye gerek yok, yapılan icraatler ortada. Kaldı ki, Suriye bize bomba attığında haber bültenleri bunu sunmadı, belki de sunamadı bilemem. Olay örtbas edilmeye çalışıldı. Biz bir antlaşmanın üzerine isteyerek veya zorla imza atmışız, ve bu attığımız imzanın da belasını çekiyoruz. Kurtuluş Savaşı'nda dedelerimiz bunları tanımamışlar, canlarını feda etmişler. Evet, belki onların yiyeceği, giyeceği yoktu, fakirlik vardı, ama şerefleriyle öldüler, ve biz onları arkalarından gururla anıyoruz. Peki cumhuriyet kurulduktan sonra ne oldu? Canımızın derdine düştük, Allah'tan korkulmadı, düşmandan korkuldu. Dünya malı ve canımız tatlı geldi. Bu yüzden de şu an Allah bizi şereften yoksun bi halde yaşatıyor, bu atılan imzaların bedelini böyle ödüyoruz. Müslümanlara terörist diyen bir ülkenin sözde müslüman müttefikiyiz biz. Neden? Çünkü karşı çıkarsak büyük biraderler bizle külahı değişir. Çünkü karşı çıkarsak kredi notumuz düşer. Karşı çıkarsak savaş açarlar, malımız mülkümüz canımız gider elden. İyi de kardeşim, nasıl olsa öleceksin... Nasıl olsa o can da, mal da, mülk de senden alınacak.. Bırak bari şerefin yerinde kalsın. Herşeyini kaybedeceksin ama bari şerefini namusunu kaybetme. İşte bunu diyebilen anca bir iki kişi çıkar. İnternette sosyal medyada cafcaflı sözler söylerler, atıp tutarlar, sanırsın çilekeş, sanırsın dünyadaki her olayın sırrını çözmüş, ama gel gör ki anca klavye delikanlılığıdır bu. 

Olayın bi de şu kısmı var, sen Irak'ta savaş oldu ses çıkarmadın, Çeçenistan'da oldu ses çıkarmadın, Filistin desen zaten hak getire.. Buradaki insanları niye mülteci olarak kabul etmiyorsun da, özellikle Suriye mültecilerine ilgi duyuyorsun? Bakın size ne göstereceğim:


Bu çocuklar İstanbul'un Fener semtindeki Çeçen Kampından mülteci çocuklar. 18.11.2010 tarihli Taraf gazetesinin şu linkteki haberine göre bu kampta yaşayan aileler devletin onları unuttuğunu düşünüyor ve artık birilerinin onları farketmesini istiyor. Bakın bu insanlar da müslüman. Bunların Türkiye'de resmi manada mülteci statüsü bile yok, çalışma izinleri yok, sigorta yok yok yok. Devlet bunları neden görmedi o kadar yardımsever madem? Alın size bi link daha veriyorum, bu da 27 ocak 2010 tarihli haber ve Çeçen kampına gelen 510 bin liralık doğalgaz faturalarını ödeyemediklerini, bu sebeple kış ortasında doğalgazlarının kesildiği yazıyor.

Yapbozun parçaları biraz daha yerine oturuyor değil mi sayın okurlar? Şimdi size bi haber daha göstereceğim, biraz daha yapboz yapalım, sonra konuyu bağlayıp bitircem. Şu linkteki haber kaynağı Angelina Jolie'nin Gaziantep'e mülteci kamplarını incelemeye gelmesiyle ilgili. Birleşmiş Milletler iyi(!) niyet elçisi sıfatıyla gerçekleştiriyor ziyaretini. Gözlemleyip büyük biraderlere rapor verecek işte, o hesap. Jolie çok etkileyici olduğunu söylemiş ve hiçbir yerde bunun gibi kamp görmemiş, bi de Türk milleti olarak çok fedakarmışız da bilmem ne bilmem ne bissürü ıvır zıvır var üşenmeyen okusun. Şimdi buraya kadar anlattıklarımı analiz edelim. Öncelikle size İsrail'in hak iddia ettiği vaad edilmiş topraklar denilen alanı göstereyim:


Görüleceği üzere Suriyeliler tam da vaad edilmiş toprakların olduğu yerlerde ikamet ettiriliyor. Şimdi diyeceksin, sınıra yakın olduğu içindir, hayır değil. Ona bakarsan Van'da deprem olduğunda depremzedelere taa İstanbul'da kiralık ev tutuldu. Van nere, İstanbul nere. Her neyse. Bakın bu mültecileri neden bu kadar ciddiye alıyorlar? Vaad edilmiş toprakların tıpkı öteki yerlerindeki gibi bizim sınırlarımız içinde de bir savaş çıkarmaya mı niyetleri var? Tıpkı diğer ülkelerde yaptıkları sünni-şii çatışmalarına benzer kutuplaşmalar mı yaşanacak? Yani olursa hiç ama hiç şaşırmam. Çünkü bi yerde Birleşmiş Milletler, NATO, vb. siyornist örgütlenmeler varsa, orada Yahudi emellerine hizmet var demektir. Kaldı ki bu PKK meselesi de kürt meselesi değildir, olay tamamen vaad edilmiş topraklarla alakalı birşey. 

Adamlar çok uyanık biliyor musunuz? Biz savaşla falan uğraşmayalım, bunun maliyetine girmeyelim, bunların arasına fitne sokalım da yesinler birbirlerini diyorlar. Arap Baharı denilen olay mesela... Karışan ülkelerin hepsinin de ekonomisi zayıfladı isyanlardan sonra. Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan oldular. Sonunda ne mi oldu? müslüman ekonomiler birbirini yerken, siyonist ekonomiler kazanmaya devam etti, aynı zamanda bu yolla silah satışından da turnayı gözünden vurdular. Benzer ayrımcılık olayları da Türkiye'de yıllardır oluyor zaten. Türk-Ermeni, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Sağcı-Solcu, Dinci-Laik gibi kavramlarla aylarca gündemimiz oyalandı. Günümüzde de Cemaatçi-Ergenekoncu kutuplaşması bariz olan. Bunlardan birini seçmek zorunda bırakıldı insanlar, seçmemek adeta suçtu, ihanetti.

Her neyse.. Onu bunu bi kenara bırakalım da, insanın en çok canını yakan şerefinin siyonist ayakları altında ezilmesine izin verilmiş olması..

Allah'a emanet olun. Bol "şeref"li günler dilerim.

26 Şubat 2013 Salı

HAKKINI ARAYACAĞIN YER

Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dava etmek ve onlara müracaat etmek; bir haksızlıktır, hakka karşı bir hürmetsizliktir..Bediüzzaman Said Nursi (r.a)

25 Şubat 2013 Pazartesi

HİPNOZ ETKİSİ

Selamınaleyküm okurlar ne var ne yok? Bugün biraz canım sıkkın ama birkaç şey karalamak geldi içimden. Bilmem, siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

23 Şubat 2013 Yeteneksizsiniz Türkiye Programı Star TV reytingi TNS ölçümlerine göre %8,5 ile en çok izlenen program oldu. Kaynağı da işte bu.

O akşam PSY şu meşhur şarkısını söyledi ve bütün salon jüri de dahil dans ettiler. İnsanlar daha PSY gelir gelmez ayağa kalktılar.


PSY'ın açıklamasına göre gangnam style videosunu en çok seyreden 3. ülkeymişiz. Kore'yi bile geçmişiz sıralamada.

Kardeşim noluyor yaa? Biri bana bunun açıklamasını yapabilir mi? Ne bu saygı gösterileri çığlıklar sevinmeler falan? Nesini seviyorsun? Sana bi iyiliği mi dokundu? Canını malını birşeyden mi kurtardı? Sana cenneti falan mı garantiledi? Kim bu adam ki neyin nesi de sen bu kadar cezbeye geliyorsun? Amacın ne ki? Sinir oluyorum yaa yemin ederim gıcık oluyorum bunları görünce, yaa senin dünya ahiret bütün dertlerin bitti de sıra buna mı geldi? Allahım ya Rabbim yaa.

Bi de tisörtlerini giymişler, şuraya bak.


Aylak mısınız olum siz? Bi gidin işinize yaa. Ülkeyi sattılar özelliştirmeler, anlaşmalar bilmem ne. Doğuda kan akıyor, siz anca iki elinizi ileri doğru uzatın da gangam dansı yapın aylakçılar sizi. Allahım ya Rabbim yaaa. Daha devam etmiyorum bu yazıya çok sinirlendim. Hadi güle güle Allah'a emanet olun.


24 Şubat 2013 Pazar

İNSANLARI SALAK YERİNE KOYMAK

Selamınaleyküm okurlar naber?:) İnşallah iyisinizdir. Son birkaç gündür "Rosemary's Baby" isimli bi filmle ilgili birçok soru işareti kafama takıldı, sorularıma cevap arıyordum ki, tam da aradığımı bulmamı sağlayan bi siteyle karşılaştım, biraz kendi bulduklarımla, biraz da bu siteden faydalandığım bilgilerle yeni bi yazı yazmaya niyetlendim, inşallah fayda sağlar size. Buyrun okumaya:

Müsaadenizle önce filmden biraz bahsedeyim. Yönetmen koltuğunda Roman Polanski oturuyor, 1968 yapım. Bu 1968 tarihini bi yere not alıp devam edelim, ileride lazım olacak. Rosemary rolünde oynayan hanfendi Mia Farrow, o da işte burda:


Selam all-eye-seeing, tanıştığımıza memnun oldum.

Film korku filmi kategorisinde geçiyor kayıtlarda, IMDb puanı 8,0. Roman Polanski'nin en çok beğenilen filmleri arasında. Filmin akışına baktığımda gerçekten filmin sonuna doğru acaba filmin sonu ne olacak dedirtiyor insana. Ara sıra müstehcen sahneler de beliriyor, o yüzden mutlaka izlemelisiniz demeyeceğim, zaten maksadım film değil, verilen mesaj ve sonrasında yaşananlar.

Filmin içeriğinden biraz bahsedelim. Filmin konusu Ira Levin'in çok satan bir romanından uyarlanmış. Filmin çekildiği yer Dakota binası, filmde ise bu binanın ismi Bramford olarak geçiyor:


Filmde binada yaşayanlar wiccan coven (Bkz. Yozlaştırma Rehberi-5: Paganizm) denilen satanist okült sapkın inançları olan bi topluluk aslında. Ama biz bunu filmin ilerleyen zamanlarında öğreniyoruz. Bina New York'ta yer alıyor. Ayrıca gerçek hayatta da cadıların yaşadığı bi yer ve birçok ünlünün, şarkıcının, aktörün, yazarın ilgisini çeken bi yer. Filmin konusunu bahsettikten sonra gerçek hayatta yaşanan olaylara da değineceğiz, zaten anlatmak istediğim mesele de o zaten. Rosemary (Mia Farrow) ve Guy Woodhouse adlı genç çiftler yeni bi daire kiralamak istiyorlar ve bu binadan kiralıyorlar. Bu arada genç çift, binanın kötü şöhreti hakkında da bazı dedikodular duyuyorlar, gazete kağıdına sarılı ölü bebek bulunması gibi. Neyse bunlar taşınıyorlar, ilk başlarda yaşlı Castevet çiftiyle tanışıyorlar, bunlar da kovene bağlılar. Castevet çifti Guy'ın aklını çeliyor. Guy normalde pek tanınmayan ufak tefek rollerde yer alan bi tiyatrocu aktör. Ama Castevetleri tanıyınca birden şöhreti artmaya başlıyor, hatta Paramount Pictures'tan bile teklif alıyor. Guy'a bir fedakarlık karşılığı şöhret veriyorlar. O fedakarlık da Rosemary'nin bebeğini şeytana adamaları oluyor. Bunu tabiki Rosemary'ye söylemiyorlar, annelik hissiyatıyla karşı çıkabilir ve öğrendiğinde çıkacak da zaten. Rosemary'yi resmen bi zihin kontrolü altına alıyorlar. Bayan Castevet ona sürekli içinde büyüsel şeyler barındıran yiyecek, tılsım, vb. şeyler veriyor, güya komşuluk dayanışması. Ama gözlerine kestirmişler bi kere, o bebeği bi şekilde alacaklar ondan. Rosemary'nin çevresindeki herkes kocası da dahil, ona herşey yolundaymış gibi davranıyor, ama o bi gariplik olduğunun farkında. Onu uyarmaya çalışanların da faturasını kesiyorlar. 4 ekim 1965 günü geliyor, bu gün, numerolojik bakımdan önem taşıyor. Bayan Castevet yine tadı acayip bir tatlı getiriyor, karı koca bunu yiyorlar, kocası bi sorun olmadığını iddia etse de, Rosemary yiyemiyor, yemiş gibi yapıyor, ama yine de etkisinden kurtulamıyor ve o gece erkenden uykuya dalıyor. Gece o uyurken Guy, onunla ilişkiye giriyor, Rosemary ise rüyasında şeytanın ona tecavüz ettiğini görüyor. Bu tecavüz tamamen ritüel şekilde oluyor. Ertesi sabah sırtında ve omzunda sıyrıklarla hırpalanmış bi halde buluyor kendini kadın, ve hamile kalıyor böylece. Bu onların ilk çocukları. Bayan Castevet bunu kocasından öğrenince, hemen kendi cemiyetlerine üye olan bi doktorla tanıştırıyor Rosemary'yi, zaten şehirde nam salmış bi doktor. Bu doktor normal şekilde tedavi etmiyor Rosemary'yi. Kadın kilo alması gerekirken gün geçtikçe zayıflıyor ve çöküyor. Rosemary şüphelerini yenmek için cadılıkla ilgili kitaplar okuyor ki şu sahne bize bir ipucu:


Selam Devil, her taşın altından çıkmak zorunda mısın?


Kitap sayfasında özellikle gösteriliyor bu. Rasgele bişe değil. Yine rasgele olmayan bi görüntü daha göstereyim, bu da Rosemary muayenehanede beklerken:


"Tanrı ölü mü?"ymüş. Öteki tarafa git de gösterirler sana ölü mü diri mi tövbe estağfirullah yaa. Filmin sonunda da bebeği zorla alıyorlar ondan, önce öldüğünü söylüyorlar, sonra Rosemary gerçeği öğreniyor ve şeytana adanmış bir bebeğe annelik yapmaya başlıyor. Rosemary aman tanrım deyince de haşa tanrının adını anma biz onu öldürdük diyorlar, yaşasın şeytan diyorlar, yeni bebek düşmanlarımızı yok edecek vb. aptal saptal laflar ediyorlar işte ve film sona eriyor. Rosemary ise çaresiz onlara boyun eğiyor. Bebeğin 1966 senesinin 6. ayında dünyaya gelmesi ise ayrı bi gönderme.

Film bu şekilde sona erdi, 


mi acaba?

Şaka bi yana, asıl meseleye geliyoruz sayın okurlarım, asıl bundan sonrası önemli. Şimdi aklımızda bi köşeye not alalım demiştim şu 1968 tarihini. Filmde yaşanan olayların bir benzeri gerçekleşiyor. 1969 yılında, bu filmden bir yıl sonra Roman Polanski'nin aktrist eşi Sharon Tate, Charles Manson adlı zihin kontrolüne maruz kalmış bir akıl hastası ve beş müridi tarafından 16 kez bıçaklanarak öldürülüyor, evin kapısına ise Tate'in kanından "PIG" yazılıyor. Varan bir. Filmin güya etkilerinin devam ettiği gösteriliyor, insanların üzerinde korku politikası uygulanıyor. İnsanları aptal yerine koymak diye buna derim ben. Charles Manson ağır bir biçimde zihin kontrolüne maruz kalmıştır, hatta size bi video göstereyim, şahsen izlerken bi garip oldum.



Charles Manson müritleriyle birlikte ritüelistik tarzda insan öldürmeye devam etti, toplamda pentagram oluşturacak kadar beş kişiyi katlettiler. Korku politikası siyonist kültürde adeta bi gelenek haline gelmiştir, günümüzde de zihin kontrolüne maruz kalmış kişilerin yaptıkları katliamları sıkça duyar olduk:


James Holmes, Batman Film Galası katliamı


Anders Breivik, Oslo katliamı

Bunlar gündemde en çok yer alanların birkaçı. Gündemde bunlar kadar yer almayan okul katliamlarını da sayarsak ortada birşeylerin ters gittiğine dair şüpheler uyanıyor. Aslında temel felsefe nedir biliyor musunuz? Dikkat ettiyseniz, İslamda ne kadar emir ve yasak varsa aynen tersini yapıyorlar. Allah'a ters gitmek manasını taşıyor bu, karşı gelmek, haşa kibirlenmek. Aslında internet sitelerini didik didik arayıp luciferian semboller bulmaya çalışmak çok saçma. Gerçekten. Nerde gördün İslama zıt bişe, ordan kaçacaksın. Konuşuyorsa dinlemeyeceksin, Görüntüsü varsa izlemeyeceksin. Çünkü fitne de rahmet de yağmur gibidir, yağmurlu havada ıslanmadan kalmak ne kadar mümkünse fitnenin yağdığı şu ahir zamanda da ıslanmamak için üzerimize fitne bulaşmaması için elden geldiğince uzak durmaya mecburuz. Aynı şekilde rahmet yağmurlarının yağdığı yerlerde daha çok vakit geçirmeye mecburuz. Çünkü iman kaybetmek Allah korusun bi anlık gelişen bi olay. Kimsenin imanı garanti değil, her an Allah korusun bi fitneden etkilenebiliriz. Bunları burada yazıyorum ki, hem sizler hem de kendim bilincimizi taze tutalım diye. Çünkü onlar dünyayı daha dinsiz hale getirmek için bir an bile kaybetmiyorlar, olanca güçlerini sarfediyorlar. Sadece zihin kontrol yöntemlerini bulabilmek için milyon dolarlar harcadılar, düşünün yani. Neyse daha fazla konuyu dağıtmadan varan 2'ye gelelim:



Bu iki fotoğraf LIFE Dergisinden. Sharon Tate'in katledildiği yerde Roman Polanski gayet sakin hiçbirşey yokmuş gibi fotoğraf çektiriyor. Şu normalliğe bakar mısınız? Rosemary'nin satılmış kocası Guy da böyle sakin, pişkin davranıyordu, sonra Rosemary naptı biliyor musunuz?


Suratına pat diye tükürüverdi. (Sırf bu tükürük sahnesini yakalıycam diye uğraştım.)

Buradan anlaşılıyor ki, akıl kontrol programında sadece Charles Manson değil, Roman Polanski de var. Bizim bildiğimiz normal bi vatandaş bu kadar olamaz. Haberde bi de yazmışlar demişler ki, neymiş efendim bu yaşananlardan sonra Polanski bilmem kaç ay paranoyaya tutulmuş, yok efendim kendini kritize etmiş bilmem ne de bilmem ne. Sen kime anlatıyorsun ya? Afedetsin de mal mıyız biz? O kadar vicdan yapan adam gidip karısını öldürdükleri yerde manzara resmi çektirir gibi poz verir mi? Sen kimi kandırıyorsun git yüzünü yıka da gel ayıl.

Aynı Dakota binasında ünlü müzisyen, eski Beatles üyesi John Lennon da öldürülüyor. Bu arada ufak bi ayrıntı vermek istiyorum, Charles Manson'a zihin kontrolü uygulaması yapılırken Beatles grubunun şarkı sözlerinden parçalar kodlanmıştır. Bu kodlamalar zihin kontrolünde olan şeyler. Ünlülerden bir karakteri seçiyorlar, bu harikalar diyarındaki Alice de olabilir, Marilyn Monroe da olabilir, Mickey de olabilir, her neyse, bunu seçiyorlar. Belli sözlere göre, renklere göre hareketlere göre vb. kodlama yapıyorlar. Tıpkı Pavlov'un köpeğine yaptığı gibi. Bunlar tetikleyici komutlar. Belli zamanlarda belli davranışların yapılması istenildiğinde tetikleyici komutlat kullanılıyor ve akıl kontrolündeki kişinin bu şekilde harekete geçmesini sağlıyorlar. Allah izin vermedikçe kimse kimseye birşey yapamaz, elhamdülillah. O yüzden tırsmayın. Onlar zaten korkmamızı istiyorlar, yoksa bu kadar ifşa edilmesine asla müsade etmezlerdi. Güç ne bilgide, ne teknolojide, ne zekadadır. Güç yalnızca imandadır. Nokta. Neyse, ne diyordum, Beatles demiştik evet. Buradaki bağlantı bize ipucu olsun. John Lennon'un öldürülme olayı da 1980 senesi gerçekleşmiş. Al işte akılları sıra milleti korkutacaklar. Yemezler olum yemezler.

Filmi araştırırken dedim ki, ya dedim bu Polanski bana bi yerlerden tanıdık geliyor dedim, neydi bu dedim. Sonra dank etti, tabii yaa, Nicki Minaj'ın alter egosu bu. Adamlar seneler önceki malzemeleri pişirip pişirip önümüze koyuyorlar. Yeni bişeyler üretmekten daha tasarruflu dimi? Tarih tekerrürden ibarettir diyen ne güzel söylemiş. Burada da attığı twit var kendini Roman Zolanski ilan ediyor Nicki Hanfendi:



Bu yazıya daha devam eder miyim bilmiyorum. Hepinize bol "iman"lı rahmet dolu günler dilerim. Allah'a emanet olunuz.