Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

10 Aralık 2014 Çarşamba

7 Aralık 2014 Pazar

FANİ OLAN HERŞEYİN BOZULUP GİTMESİ

Selam aleyküm okurlar,

İçimde biriken düşünceler var ve bunları yazıya dökmem gerek acilen :) Yazdığımda çok rahatlıyorum, benim için bir nevi terapi gibi. İçimden ne geçerse yazıyorum o an. Geriye dönüp düzeltme yaptığım çok nadir oluyor. O an ne yazdıysam aynı o haliyle bırakmaya çalışıyorum. Bazen kafamda şunu şunu yazayım diye kurgu kuruyorum ve ona uymadığımı fark ediyorum, sonra bir bakmışım yazmayı planladığım şeyi hiç yazmamışım :) Nasibiniz buymuş demek :)

Bugün yazacağım konu geçmişimiz, şimdimiz ve geleceğimiz hakkında olacak.

Benim bir problemim var ve yıllardır devam ediyordu, cidden rahatsızlık duyuyordum bir zamanlar. Gerçi artık alışkanlık geldi üzerime, pek rahatsızlık da vermiyor artık. Problemim sürekli geçmişi özlemekle ilgili. Çocukluğumda tırmandığım kiraz ağacı, uyku saati gelip ışıklar kapandığında sobanın son kalan közlerinin odayı hafifçe aydınlatması, yine sobanın arkasına geçip sıcaktan mayışarak çizdiğim resimler, yaptığım el işleri, bisikletle gezerken ayçiçek tarlalarının ardından izlediğim günbatımı, ve dahası.. Çok özlüyordum bu günleri. Sadece çocukluk da değil, mesela en erken 1-2 sene öncesine kadar özlüyordum. Şuanı da belki 1-2 sene sonra özlemeye başlayacağım.

Neden böyle diye hep düşündüm. Çünkü bu tür özlem duygusu o kadar rahatsızlık verici ki, anın tadını çıkaramıyorsunuz. Hep geçmişe takılıp kalmak hoş birşey değil, anı ıskalıyorsunuz.

Sonradan fark ettim ki, ölümsüzlüğe aşırı hayranlığım varmış. Yani eğer birşeyi sevmişsem, ona aşırı bağlanmışsam, asla kaybolmasını, bozulmasını istemiyordum. Aynen olduğu gibi mutlak şekilde kalmasını diliyordum. Ama sonra ne kadar hatalı bir düşünce olduğunu fark ettim bunun. Yalnızca Allah değil midir ölümsüz olan? Elbette O'dur. Ee? Ben niye gidip fani olan şeylerden ölümsüzlük bekliyordum ki? Allahtan gayrı hiçbirşeyde böyle bir özellik yok. Ama gidip de Allahtan gayrı şeylerde bunu aramışım. Allah affetsin ve bu kusurumu fark etmeme sebep olan Allah'a hamd olsun ayrıca. Ama cidden önemli bir sorun.

Şimdi nasıl düşündüğüme gelirsek, şimdilerde umursamaz bir insan haline geldim. Ne zaman birşeyi sevsem veya bağlanacak gibi olsam, nasıl olsa bir gün benden kopacak diye hemen aklıma geliyor. Alarm butonu gibi beni uyarıyor bu düşünce. Öyle kendini hemen kaptırma diyor, ayrılıklara hazırlıklı ol fazla alışma diyor. O yüzden artık pek ciddiye alamaz hale geldim. Belki bu tür düşünce tarzı da hatalıdır, bilemem. Belki aşırıya kaçıyorumdur. Zamanla göreceğiz. Birçok insan şikayet ediyor bu özelliğimden ama içimden böyle davranmak geliyor ve yapmacık da olamam ki.. :)

Buraya kadar yazdığım konular aslına bakarsanız yaklaşık 3-5 öncesine kadar kafamda dönüp dolaşan düşüncelerdi. Geçenlerde izlediğim bir belgesel konuyu kafamda tekrar gündeme getirmeme vesile oldu. Belgeselin ismi "Solucan Deliğinden" ve metafizik konuları bilimsel olarak açıklamaya çalışıyor. Söz konusu belgesel hakkında yorumlarımı yazacağım ama önce şu konuyu bitireyim. Yanlış hatırlamıyorsam 2. sezon olması lazım, kaçıncı bölüm olduğunu tam hatırlamıyorum. Neyse işte, zaman kavramından bahsediliyordu o bölümde. Entropi konusuna da değinildi. Sonradan kafama dank etti, herşeyin bozulması çürümesi konusu entropi ile açıklanabilirdi. Demek ki geçmişte daha az bozulmuş olan tecrübelerim bugün yaşadığım daha çok bozulmuş tecrübelerime nispeten daha kıymetli hale geliyor.

Bilimselliğe aşırı derecede düşkün bir insan değilim. Çünkü her bilimsel bulgu bizi kesin gerçeğe götürmüyor. Ama yine de bilimle ilgilenmekten de geri durmamaya çalışırım çünkü bir olgunun açıklamasını yaparken mantıksal verilere dayandırmak hoşuma gidiyor. Öyle daha inandırıcı ve tatmin edici oluyor.

Entropi denen konu termodinamikte geçiyor. İlköğretim okurken bize hep Girdi = Çıktı şeklinde öğretildi. Gerek fizik dersi gerek kimya dersi olsun hep bu dayanağa göre problemleri çözerdik. Ama öyle değilmiş işte. Girdi = Çıktı + Bozunan enerji halini alıyormuş meğer. Gözümüzle gördüğümüz herşeyin kaderinde var bu. Kaosa doğru sürükleniyoruz. Hep kayıptayız. İşe yarar enerjiler tükeniyor, tüm insanlar birer vampir gibi. Hep almak almak almak, vermeye gelince cimri olunuyor.

Entropi matematik kurallarını da yıkıyor demek. 3+2=5 diyemeyeceğiz yani, 3+2 ≤ 5 olacak anlamına geliyor bu.

Bir kötü haber daha, bozunma olayı zaman geçtikçe daha hızlı daha fazla hale geliyor. Tıpkı yüksekten bırakılan bir cismin yere düşerken hızlanarak ilerlemeye devam ettiği gibi. Cismin yere çarpması ise kıyametin kopması anlamına geliyor.

Şu entropi denen olay etrafımdaki herşeyi anlamsız boş hale getiriyor. Diyorum ki, nasıl olsa kopacak bir gün benden. Nasıl olsa sonucu belli. Birşeyin nasıl başladığı, nasıl devam ettiğinden ziyade nasıl bittiği önemli. Tabi bu benim şahsi fikrim. Kimisi var, olsun diyor, bile bile lades yapıyorlar, sonucunda çekeceği zararı göre göre o işe girişiyorlar. O, onların problemi. Zarara razı olana merhamet edilmez.

Tabi buraya kadar anlattıklarım sizi ümitsizliğe düşürmesin. Herşey zıddıyla kaim, entropinin de zıddı var. Entropinin zıddı hakkında bilimsel olarak hiçbir bilgim bulunmamakla beraber, imanımızı güçlü tuttuğumuz sürece entropinin etkilerinden minium derecede etkileniriz diye düşünüyorum. Bu da amelde samimiyet ile ve yüksek takva derecesi ile mümkün. Zaten kıaymetin sadece kafirler üzerine kopması üzerinde çok düşünülecek birşey. Demek ki bir müslüman her ibadet edişinde, kainatın dengesine ve güzelliklerinin devam etmesine katkı sağlamış oluyor. Ve her samimi müslümanın vefatıyla kainat ağlıyor. Çok ilginç bir konu bu. Düşünsenize, müslüman kardeşinize sırf Allah için bir tebessüm etmiş olsanız bile bir sünneti yerine getirmiş oluyorsunuz ve kainatın harika dengesi ve uyumuna katkı sağlamış oluyorsunuz. Fakat ne zaman ki Allah rızası haricinde bir amaçla bir amel edin, işte o zaman entropiyi hızlandırmış oluyorsunuz. Boş işler de buna dahil.

Entropinin negatif enerjisinden tamamen kurtulmak mümkün gibi görünmese de büyük ölçüde azaltmak mümkün. Yapılması gerekenler özetle şu şekilde olmalı:

- Kuranı ve sünneti iyice anlamaya çalışmak ve hayatımızda uygulamaya çalışmak.
- Kuran ve sünneti hayatımızda uygulamaya çalışırken azimli olmaya çalışmak, amelde devamlılığı sağlamak.
- Sevap getirmeyen boş işlerden uzak durmaya çalışmak (televizyon izlemek, sosyal medyada vakit geçirmek, vb.). Çünkü boş işler de sürekli tekrarlandığında imanı zayıflatabiliyor.
- Endüstriyel ve işlenmiş gıdalardan uzak durmak.
- Mümkün mertebe az satın almak.
- Sadaka vermek.
- Manyetik alanlardan ve radyasyondan uzak durmak.
- İnsan eli değen yapay şeylerden uzak kalmaya çalışmak ve doğal olanı tercih etmek.
- Tabiatla iç içe olmak.

İnsan eli değen hemen herşeyde bozulmuş entropi daha fazladır. Dolayısıyla insan eli değen şeylerle ne kadar haşır neşir olursanız o yozlaşırsınız, o kadar hakikatlerden uzaklaşırsınız, o kadar normalleriniz anormal, anormalleriniz normal olur.

Yediğimiz içtiğimize çok dikkat etmek lazım. Çünkü vücudunuza haram lokma giriyorsa dualarınızın kabul olma olasılığı düşer. Hatta içinizden dua etme isteği bile gelmez belki. Duamız olmasa ne ehemmiyetimiz var? Dualarımıza zarar gelmemesi için özellikle yediğimiz içtiğimize dikkat etmemiz lazım. Mesela endüstriyel ürünlerden mümkün mertebe uzak durmak lazım. Hemen hemen tüm işlenmiş gıdada lezzet artırmak, kıvam vermek, uzun süre dayanıklılık sağlamak, vb. amaçlarla kimisi zararlı kimyasal kimisi hayvanların yenilmeyen kısımlarından oluşan katkı maddeleri bulunmaktadır. Az da olsa birşey olmaz dememek lazım, çünkü taviz tavizi doğurur. Bu tür katkı maddeleri hem duanıza zarar getirip maneviyatınızı sarsar, hem de vücutta toksin birikimine sebep olup sağlık problemleri meydana getirir. Sonra doktora gidip ilaç aldığınızda aldığınız ilaçlarla birlikte daha fazla toksin almış olursunuz. Zarar üstüne zarar. Ayrıca haram bulaşmış lokmaları yedikçe doğru ve yanlışı birbirinden ayırt edemeyecek hale gelirsiniz, sizi düşünce yapınıza kadar mahveder.

Bir de az satın almak gerekiyor, elimizdekilerle yetinmeyi bilmek gerekiyor. İş hayatında olanlar bunu iyi bilir, ticarete çok fazla haram bulaştırıyorlar. Sattıkları üründe olmayan özellikleri varmış gibi gösteriyorlar. İşletmenin devamını sağlamak için birçok çalışanın hakkı yenilebiliyor. Onların kul hakları var satın aldığınız mallarda. Siz satın alırken para karşılığını vermiş olabilirsiniz belki ama verdiğiniz para tam karşılığı olmayabilir. İçerisine birçok haram karışmış olabilir. İşte bu yüzden olabildiğince satın almamak lazım. Hele ki sırf ucuzluk var diye, sırf beğendik diye hiç ihtiyacımız yokken satın almayı şahsen doğru bulmuyorum. Peki bu saate kadar satın aldıklarımızı nasıl temize çıkarabiliriz? İşte bunun en güzel yollarından biri sadaka vermek. Nasıl ki vücut temizliği için banyo yapıyoruz, sadaka da aynen öyle sahip olduğumuz mallardaki haram pislikleri temizlemeye vesile olur.

Tabiatla iç içe olmak lazım, çünkü doğaya çıktığınızda göreceğiniz orman, ırmak, dağ, temiz hava, hayvanlar, bitkiler, vs. herşey Allahı zikir halindedir. Ve biz insanlar fıtrat olarak ibadete muhtaç yaratıldığımız için tabiat bize huzur verir. Gerek canlıların zikri olsun, gerekse tabiata işlenmiş olan Allahın sıfatları olsun, tabiat manzaralarına baktıkça bakasımız gelir, içimiz açılır. Şehir trafiği ve gürültüsü tam tersi etki yapar. Stres, huzursuzluk, yorgunluk verir.

Son olarak manyetik alanlar ve radyasyon dedik, bu da alzheimer ve kanser riskini artırdığı için yine uzak durmak lazım. Mesela en basitinden cep telefonu ve interneti hayatımızda kısıtlamak lazım.

Aslında yukarıda yazdığım maddelerin hepsine tek tek kendi başına bir yazı bile yazabilirdim, çünkü cidden önemli konular. Bu maddeleri yerine getirmediğiniz takdirde benliğinizi yitirme, ne yaptığını ve kim olduğunu anlayamayacak kadar zavallı hale gelme söz konusu.

Allah sizi yozlaşma belasından korusun.

Belgeselden de bahsedip yazımı bitireyim. Solucan Deliği belgeseli bilimin henüz kanıtlayamadığı metafizik ve dini konulara değiniyor. Açıkçası bu belgeseli izlemek imanımı artırdı :D Belki de iman sahibi olanların imanlarını sorgulaması için yapılmış bir yapımdı ama öyleyse bende ters tepti yani bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Belgeselde yer alan bilimadamları dünyanın en saygın üniversitelerinin en ileri dereceli kişilerinden oluşuyor. Çok garip; 14 yüzyıl önce Kuran ve sünnetlerle öğrendiğimiz bilgileri bugün bu insanlar bilimsel temellere dayandırmak için milyarlarca dolarlar harcayıp deneyler ve simülasyonlar yapıyorlar. Sadece tek bir sorunun cevabını bulmak için 15-20 yıl aynı konu üzerinde araştırma yapıyorlar. Demek insan Allah'a teslim olmadığında ne kadar aciz hale geliyor. İslamı bizlere nasip eden Allah'a ne kadar şükretsek az. Düşünün bi de, dünyanın her tarafından öğrenciler, bu bilimadamlarının okudukları üniversiteye girebilmek için bir sürü zorlu sınavdan geçmek ve yılda 50-60 bin dolar eğitim masrafı ödemek zorunda. İnsanların bu haline güler misiniz ağlar mısınız? :)

Görüşürüz inşallah. Allah 'a emanet olun.

22 Eylül 2014 Pazartesi

TOPLUMUN GİDİŞATI ÜZERİNE

Selam aleyküm kardeşler,

Çok açtım arayı. Keşke böyle yapmasam, adam gibi laptop başına otursam da yazsam.. Sonra anlatacağım şeyler hafızamdan silinebiliyor o daha kötü. Bu huyumdan nefret ediyorum ama inşallah değiştireceğim kendimi. Bazı şeyler zamanla oluyor..

Oh be, özlemişim yazı yazmayı :D

Konuşacak öyle çok şey birikti ki içimde. Normal hayatta pek kimseyle konuşmadığım şeyleri geliyorum birçoğunu burada yazıyorum. Çünkü birçok insan dinlemesini bilmiyor malesef. Hep ben hep ben deniliyor, "toplum" bilinciyle hareket edilmiyor. Ondan sonra da başına bela açıldığında vay efendim işte nerde bu devlet nerde bu millet oluyor.. O sövüp saydığın devlet ve millet bi sana bakıyor de mi? Türkiye'de vatandaş sıfatlı bi sen varsın de mi?

Bu biraz yanlış eğitimden kaynaklanan birşey. Biraz değil baya hatta. Küçük yaşta damlaya damlaya göl olur bilinci verilmeli çocuklara. Hem bazı kavramlar daha çocukken oturuyor insanın beynine, yaş kemale erince anlatmakla anlamıyor insan.. Anca kendi çıkmazında, kendi bataklığında debelenip duruyor, öylece bir hayat geçiriyor, kendi probleminin bile ne olduğunu anlayamadan koca hayatı tüketiyor, kendine yazık ediyor.

Şunu fark ettim; siz bir insana toplum bilinci, birlikte hareket etme bilinci, fedakarlık bilincini belli bir yaşta aşılamazsanız, kişide o tür kavramlar gelişmediğinden hayata hep ben merkezli bakar. Herkes kötü bi o iyidir. Herkes cahil, bir o bilendir. Böyle oluyor işte. Konunun başında da söylediğim gibi, karşısındakini dinlemeyen tipler türüyor. Yozlaşmaya aşırı derecede yatkın bir toplum haline geliyoruz böylelikle.

Ne olurdu yani, ilkokuldayken "Ali top at", "Ayşe ata bak" fişlerini öğrettiğiniz kadar topluma faydalı olma bilinci, çevreyi koruma bilinci, iş hayatında iş sağlığı ve güvenliği bilinci, ilkyardım ve trafik kurallarına uyma, engellilere saygı ve küçük düşürmeme, insanlara saygılı olmak, görgü ve nezaket kuralları, zor durumdaki yaşlılara yardım, sokak çocuklarını topluma kazandırma, hayat kadınlarını daha onurlu bir hayata kavuşturmak, vicdan ve ahlak,.. Daha nicesi sayılabilir. Ama nerdeee.. Nerde var gereksiz bilgi, anca onu öğrettiler. Kafamızı boş beleş bilgi yığınlarıyla doldurdular. Hele şimdiki yetişen nesil ne kadar gerizekalı görüyor musunuz? Ellerinde i-phone ile kaç kişi like'lamış, kaç kişi videomu seyretmiş, nerde markalı ürünlerin ucuzluk günleri var hemen gideyim (ihtiyacı olsun olmasın önemli değil, yeter ki kampanya olsun, dünyanın sonu geldi ya stok yapacak :p) anca bunlar işte.. Sosyal paylaşım sitelerinde (bu lafa da gıcık kapıyorum) siyaset yaparak (özellikle siyaset yapmak çok moda oldu, hele hele hükümet karşıtlığı şu sıralar çok cool) memleketi kurtardıklarını zanneden tipler türedi. Profil fotosuna Atatürk resmi koyanlar memleketi düşmandan ve şeriatten kurtardıklarını zannediyorlar. Profil fotosuna sarı arka planlı siyah renkte 4 parmak koyanlar ise işgal altındaki müslüman ülkeleri İsrail zulmünden kurtardıklarını zannediyorlar.

Ne kadar ahmaklık de mi? İşin en kötü yanı ne biliyor musunuz? Bu anlattıklarım size uzaydan gelmiyor, hepsi de azcık internetle haşır neşir olanların gördükleri şeyler. Ve hepsi de gözümüze normal geliyor. Hani önceki yazılarımda söylemiştim, yozlaşma denen şey normal olanın anormalleşmesi, anormal olanın da normalleşmesi ya, işte bu da öyle.. Biz bunları görüyoruz ve sadece seyrediyoruz. Mesela kendi adıma konuşayım, benim gücüm sadece size burdan yazı yazmaya yetiyor. Keşke daha fazlasını yapabilsem.. Keşke yozlaşma karşıtı vatana millete hayırlı çocuklar yetiştiren eğitim kurumlarım olsa.. Yukarıda saydığım eğitimleri versem.. Yani bunlar sadece kurs da olabilir. Ama bu kurslara bulduğun hocalar da yozlaşmış kafalar olacak. Bu kursların müdürleri de öyle. Yozlaşmış kafalar yozlaşmış kafaları nasıl eğitsin? Kendinde olmayanı onlara nasıl versin? İş çok zor, cidden çok zor. Ama bir yerlerden işin ucunu tutmak lazım, birşeyler yapmak lazım. Hacca giden karınca misali, belki hacca hiç varamayacak ama en azından o yolda ölecek, keşke böyle olsak. Üzerimize düşen vazifeyi yerine getirsek, vazifemizin sonuçları nasıl olsa Allaha ait, başarmışız başarmamışız o bizi ilgilendirmez. Ama kimle yapacaksın bunları?

Aklıma gelmişken.. Allahım ya Rabbim ya, daha ne gerizekalılıkları var.. Gitmişler şimdi kafalarından aşağı buz kovası boşaltıyorlarmış, neymiş efendim ALS hastalığına dikkat çekecekmiş. Be Allahın salağı, senin döktüğün buz kovasıyla o hastalığın iyileşmesinin ne alakası var? Bi de kakara kikiri gülüp eğlence haline getiriyorsun, hastalarla dalga geçiyorsun resmen. Allah insanı yozlaştırmaktan korusun, Allah insanı şaşırtmasın.

Bi de şimdi Alzheimer, Ebola ve prostat kanserine dikkat çekmek için (çok afedersiniz) iç çamaşırlarını kafalarına geçirip üstsüz fotoğraf çekme modası başladı. Böyle mi kurtaracaksınız insanları hastalıktan? Veya amacınız hastalığa tepki değilse neden insanların acılarını kendi dalga konusu haline getiriyorsunuz? Aynı hastalık sizin başınıza da gelebilir. O zaman da hoşunuza gider mi hastalığınız hakkında böylesi saçmalıkların olması ve trend (!) haline gelmesi?

Tüm bu saçmalıkları kimler yayıyor kimler finanse ediyor orasını Allah bilir, ben bilemem ama şundan eminim ki; toplum gerçekten üzerinde durması gereken problemlerden uzaklaştırılıyor ve hiç alakası olmayan işlerle bilinçli şekilde meşgul ediliyor. Medya, eğitim, tanıdık çevresi, internet ortamı, vb. yollarla insanlar yozlaştırılıyor. Düşünemeyen bireyler haline getirilmek isteniyoruz. Etrafta sürekli birbirinin dedikodusunu yapan insanlar var, neden azıcık olsun kendinizde kusur bulmuyorsunuz? Bu toplum bu hale geldiyse ben, sen, hepimiz suçluyuz. Egonu tatmin etmek için suçu siyasilere atmak hiçbir işe yaramıyor hiçbir sorunu çözmüyor görmüyor musun?

Bugün dünyanın daha iyi bir yer haline gelmesi için ne yaptınız mesela?

Evet gücümüz yetmez belki ama hiçbirşey yapamıyorsan bile en azından şunları yapmakla işe başlayabilirsin:

- Hayvanları sev, özellikle sokak hayvanlarını besle her fırsatta.
- Medyadan soyutla kendini. Boş işler boş muhabbetlerden soyutla.
- Senin bilincini artıracak şeylerle ilgilen ki bilincin körelmesin. Mesela buna yönelik kitaplar oku.
- Allah rızası için iyilik yap, sadece Allah rızası için.
- İnsanlara tebessüm et, halini hatrını sor.
- Seni mutsuz eden insanlardan, yozlaşmaya doğru sürükleyen art niyetlilerden uzak dur. Ki pisliği sana da bulaşmasın.

Bu ve benzeri daha nice şeyler.. Fakat burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var, iyilik yaparken yaptığınız iyiliğin yozlaşmaya başlaması. Bunun örneğini en iyi Gülen cemaatinde gördük. Allah rızası deyip yola çıkan insanlar şimdi gazete dergi abonesi kazandırma peşine düşmüş, sırf maddi çıkarları için mücadele vermiş, soru soramayan dar kapasiteli beyinler haline gelmişlerdir. Bundan ibret almamız gerekir kardeşler. Bunu dedikodu olsun diye anlatmıyorum, görelim de aynı duruma biz de düşmeyelim diye söylüyorum.

Allah hepimizi hayırlı insanlardan eylesin. Amin.



26 Ocak 2014 Pazar

BİZ NERDE YANLIŞ YAPTIK?

Selam aleyküm kardeşlerim nasılsınız? Yazma ihtiyacı hissettim ve açıkçası son zamanlarda herhangi bir konu üzerine yaptığım bir araştırma yok. O yüzden bu yazım araştırma yazısı olmayacak. Araştırma yazılarına belki daha sonra devam ederim. Aslında araştıracak bi dünya konu birikti de işte şimdi vakti değil. Sadece belli konularda görüşlerimi yazmak istedim. Gözlemlediklerimi yazmak istedim. Okumak isteyen okusun.

Biliyor musunuz benim demokrasiye inancım yok hem de hiç inancım yok. Bi kere bi insanın cebine üç kuruş para girdi mi hemen kapitalist kesiliyor. Hakmış özgürlükmüş hepsi unutulup gidiyor. 

Demokrasi nedir? Başkalarının da yaşam tarzına katlanmak demek, hoşunuza gitmese de görmezden gelmek demek değil mi? Evet. Peki ya ben başkasına katlanmak istemiyorsam? Başkasına katlanmak benim dünya görüşüme uymuyorsa? O zaman nolcak? Veya katlandım, sabrettim, bi yerde patladıysam? Beğenmiyorsan bas git diyeceksin değil mi? O işin kolayına kaçmak ve hiçbirşeyi çözmüyor. Burası diğerlerinin olduğu kadar benim de memleketim. Ben diğerleri gibi vergilerimi ödüyorum, helalinden çok şükür kendi paramı kazanıyorum. O zaman niye gidecekmişim? Bak arkadaşım, bi kere başımıza ne geldiyse görmezden geldiğimiz için geldi tamam mı? Sustuğumuz için geldi. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın dediğimiz için geldi. O yılan herkese dokundu sıra sana gelmeyecek mi sanıyorsun? 

Bak arkadaş, gel bireysel anlamda değil de devlet bazında, ülke bazında bakalım olaya. Tamam, para kazanman lazım, çalışman lazım, bıdı bıdı her neyse, onları bi kenara bırak da ülke geneli bakalım, genelden özele yani ülke bazından birey bazına ineceğim:

VARAN 1: Bi kere bi devlet başka devlete muhtaç olmayacak. Borçlu olmayacak. Hele borç aldıysa da faiziyle hiç almayacak. Neden biliyon mu? Bi kez borç aldın mı bi daha yakanı kurtaramıyon. Onların dediğini yapmak zorunda kalıyon, otur dediğinde oturuyon, kalk dediğinde kalkıyon. Huzurlarına çıktığında el pençe divan oluyon. Özgürlük dediğiniz şey ekonomiyle başlar. Asgari ücrete 40 lira zam yapıp, buna mukabil sebze meyvenin kilosunu 3-5 liraya çıkartırsan ben ne anlarım senin yaptığın zamdan. Satın alma gücüne bakarım ben. Sen benim satın alma gücümü kısıtlarsan, 40 lira zam yapsan da aynı, 500 lira yapsan da. Hani nerde özgürlük o zaman? 

Bu arada bu söylediklerimi yapmaya çalışan devletin yüksek makamlıları çok olmuştur, hepsi de ya darbe gördüler, ya da bir şekilde öldürülmeye çalışıldı. Devletinizin özgür olmasını kesinlikle istemezler çünkü. O yetenekte adamları da başınıza getirmezler. 3-5 tane işe yaramaz adamı koyarlar parti kurmalarına yardım da ederler. Seç beğen birini. Halbuki al birini vur ötekine. Hepsi de aynı pisliğin farklı lacivertleri. Aldığın emirler yahudi makamlarından geliyorsa, kendi memleketinin insanını görmüyorsan da onların ceplerini dolduruyorsan neye yarar? İster ismin sağcı olsun, ister solcu olsun, isim önemli değil ki. Yani uzun lafın kısası demek istediğim şu: Ekonomik özgürlüğe ihtiyacımız var ama bi Amerika'ya, bi İsrail'e, bi Almanya'ya göğsü gergin başı dik durabilecek insan sayısı çok az bu ülkede. Toplanıp miting yapmakla, slogan atmakla, en azından safımız belli olsun kafasıyla biz bi halt edemeyiz, ki edemiyoruz da. Bu ülkede "aman ben parası olanla makamı olanla iyi geçineyim de başıma iş açılmasın" diyen insanlar olduğu sürece biz bi arpa boyu yol alamayacağız. 

Bakın Türkiye için diyorlar ki Ortadoğu' nun önemli bir aktörü. Allahını seversen bi git yaa, ne aktörüymüş aktöre bak. Birleşmiş Milletler ve Nato'dan aldığı emirleri itinayla yerine getiren bir it gibi davranıyor Türkiye. Abi kulun köpeğin olayım nolur bana ambargo uygulama, lütfen ne dersen yapacağım yeter ki desteğini esirgeme bizden diyen zavallılar gibi davranıyor Türkiye. Yalan mı? Meydanlara çıkıp işte bilmem kaç kilometre yol yaptık, şunu yaptık bunu yaptık deyince millet hakkaten büyük işler başardılar zannediyor ama sadece göz boyamak başka bişe değil. Yanlış anlaşılmasın, tamam altyapı ve üstyapılar için belli harcamaların olmuş olabilir, hizmet vermişsindir, eyvallah. Ama senin bu yaptığın şuna benzer: Atıyorum adamın cebinde üç kuruş parası vardır, karnı açtır, giyecek kıyafeti yoktur ama gider sigaraya, içkiye, kumara para verir. Yani asli ihtiyaçlarına değil de özel isteklerine yatırım yapar. Sonra da acınacak hale gelir. Tamam sen yine bu hizmetleri yapmaya devam et, bişe demedik, ama herşeyin öncelik sırası var değil mi? Sen önce ülkeyi ekonomik özgürlüğüne kavuştur. Öyle ki, yahudi şerefsizleri önümüzde dikilirken korkudan dizleri titresin. Gözümüzün içine bakamasın. Yapabilir misin bunu? Nasıl yapacaksın ki? Milletin rahatını bozmaya hiç niyeti yok ki. Çünkü böyle birşeyi hayata geçirmek istesen anında savaş açarlar. Ortalık kan gölü olur. Şerefimi kaybetmiş şekilde lüks içinde yaşayacağıma, şerefimle birlikte kafamın üzerine bomba düşse bence daha iyi. Ama bunu isteyecek yürek kaç kişide var işte? Yüksek gelirli işim olsun, evim olsun, arabam olsun, herkesle de iyi geçineyim, milletin derdi bu işte. Bu zihniyetle senin başına daha çok musibet gelir, daha çok tartışma programlarında konuşulur, daha çok mitingler yapılır, daha çok çözümsüzlük içinde kalınır. Çünkü Allah samimi olmayanların duasını isteğini kabul etmez.

Şimdi anlıyor musunuz neden demokrasi karşıtıyım? Rahatına keyfine düşkün insanların olması benim hayatıma da yön veriyor, benim hayatımı da etkiliyor çünkü. Devletin ona göre yöneticileri başa geliyor, kararlar ona yönelik alınıyor. İşte bu yüzden. Hee, rahatımı bozmak istemiyorum diyebilirsin, yürekli olmak, cesaret etmekmiş bunlar boş işler ben paraya bakarım diyebilirsin. O zaman yaşanan bunca haksızlıklardan da şikayet etmeyeceksin. Elini taşın altına koymazsan bi halt olmaz. Ben rahatımı bozmayayım da herşey ayağıma kadar gelsin, bu işler öle olmuyor işte. 

Gel gör ki bu insanlarla da bir arada yaşamak zorundayım. Ama benim buna da çözümüm var:

VARAN 2: Diyelim ki Türkiye ekonomik özgürlüğünü bir şekilde kazanmış olsun. Daha sonra Türkiye' yi eyaletlere böleceksin. Bölücülüğe hayır edebiyatına başlama şimdi, Amerika da eyaletle yönetiliyor tüm dünyaya da kafa tutuyor. Eyaletlere bölmek bölücülük değildir yani. 

Bir eyalet şeriatla yönetilecek. Oraya şeriatı isteyenler gidecekler. O eyalette dine saygı olacak, dine saygısızlık eden eyalet dışına çıkartılacak. Dinin hükümleri birebir uygulanacak. Ve en önemlisi kimse cemaat, tarikat, şu bu adına para toplayamayacak ki kimse din üzerinden para kazanamasın, kimse başkasının inancını suistimal edemesin. 

Bir eyalette ulusalcılar olacak, tüm kemalistler ve din düşmanları oraya gidecekler. Onların düzenlerinden hiç bahsetmiyorum bile ne halt yerlerse yesinler. Vergilerini ödesinler de sonra ne yaptıkları umrumda değil.

Bir eyalette kürtlerin olacak, o eyalette serbestçe kürtçe konuşulabilecek. Ama en önemlisi şu an doğuda yaptıkları gibi fatura ödemekten kaçınmayacaklar. Aynı bizim gibi vergilerini ödeyecekler.

Bunların haricinde devlet işletme kurulması için teşvik verecek. Şimdiki hükümet de destek veriyor Kosgep var işkur var bilmem ne edebiyatını geç sen. Biz aptal değiliz. Bir yerden destek verip öteki yerden herşeye zam gelirse, uyduruk kıytırık yaptırımlar getirip karşılığında ceza yedirtirse, onun adı teşvik değil çok afedersin ayakta uyutmak oluyor, biz mal değiliz kimin ne yaptığını da görüyoruz. Her neyse konuya dönersek: Şimdi teşvik dediğim şey şu oluyor, devlet kendi fabrikalarını kuracak ve vatandaşını burada istihdam edecek. Özelleştirmeler çok çok sınırlı olacak. Zaten kendi kendine yetebilen bir devlet olacağımız için dış kaynaklara da ihtiyaç kalmayacak. Milletin ağız kokusunu çekeceğime kendim üretirim kendim yerim. Bu kadar basit.

VARAN 3: Kul hakkına kesinlikle dikkat edilecek. Mahkeme sonuçlanmaları 1 seneyi geçmeyecek. Adalet geç gelmeyecek. Baklava çalan çocuk ömür boyu hapse girerken bankaları hortumlayanlar nitelikli dolandırıcı sıfatıyla üstüne üstlük bir de övgüye tabi olmayacak, 3-5 içerde yatıp çıkamayacak. Hapis demişken, herkes ne suç işlemişse aynısıyla cezalandırılacak. Hapislerde boş boş durulmayacak, hapis yatanlara belli bir sanat öğretilecek veya herhangi bir işte uğrattığı zararı karşılayana kadar çalıştırılacak. Çalışmak istemezse de zorla çalıştırılacak. Gerekirse ağır yaptırımlara gidilecek. Öyle hapiste boş boş ömür çürütmeyle vaktini boşa geçirmeyecek. Verdiği zararı karşılayacak.

Eyalet yöneticileri nereye ne kadar harcama yaptıklarını her ay internette rapor halinde yayınlayacak, yani bir nevi halka hesap verecek.

VARAN 4: Yüzde 40 veya yüzde 50 ile iktidara gelen milletin yüzde 100 üne hakim olamayacak. Oylamalar açık açık yapılacak. Herkes kimin kime oy verdiğini görecek. İktidara gelen, yüzde kaçla gelmişse yönetimde o kadar yüzdelik söz hakkına sahip olacak ve  bütçenin o kadarlık yüzdesiyle harcama yapabilecek.

VARAN 5: Devletin her kademesi denetlenecek. Denetimde çok sıkı olunacak. Denetimciler de denetlenecek. Kimse kafasına göre ceza yazamayacak.

Valla ben bile tebessüm ediyorum bu yazdıklarıma. Bunların hayata geçmesi imkansız gibi bir şey. Ama Türkiye’ nin bu şekilde yönetilmesini isterdim. İstemek de parayla değil ya :)


Hadi Allah’ a emanet olun..

11 Ocak 2014 Cumartesi

BÜTÜN SORULARIN CEVABI

Bütün soruların ve neden-sonuç zincirlerinin varış noktası ölüm..

Değiştiremeyeceğimiz tek şey ölüm..

Sonsuza kadar benim olsa isteğinize balta saplayan tek var oluş ölüm.. Ölüm akla geldiğinde her canlı susuyor sanki herşey boş geliyor birden..

Doğuyorsun, yaşıyorsun ve ölüyorsun bu kadar basit. Üzerine tonlarca laf söylemek anlamsız, zaten gelip geçicisin, o kadarsın işte. Bir nefeslik.. Bir göz açıp kapamalık..