Hadi Allah'a emanet...
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
diğer yazıları da okumak ister misin?
10 Aralık 2014 Çarşamba
7 Aralık 2014 Pazar
FANİ OLAN HERŞEYİN BOZULUP GİTMESİ
Selam aleyküm okurlar,
İçimde biriken düşünceler var ve bunları yazıya dökmem gerek acilen :) Yazdığımda çok rahatlıyorum, benim için bir nevi terapi gibi. İçimden ne geçerse yazıyorum o an. Geriye dönüp düzeltme yaptığım çok nadir oluyor. O an ne yazdıysam aynı o haliyle bırakmaya çalışıyorum. Bazen kafamda şunu şunu yazayım diye kurgu kuruyorum ve ona uymadığımı fark ediyorum, sonra bir bakmışım yazmayı planladığım şeyi hiç yazmamışım :) Nasibiniz buymuş demek :)
Bugün yazacağım konu geçmişimiz, şimdimiz ve geleceğimiz hakkında olacak.
Benim bir problemim var ve yıllardır devam ediyordu, cidden rahatsızlık duyuyordum bir zamanlar. Gerçi artık alışkanlık geldi üzerime, pek rahatsızlık da vermiyor artık. Problemim sürekli geçmişi özlemekle ilgili. Çocukluğumda tırmandığım kiraz ağacı, uyku saati gelip ışıklar kapandığında sobanın son kalan közlerinin odayı hafifçe aydınlatması, yine sobanın arkasına geçip sıcaktan mayışarak çizdiğim resimler, yaptığım el işleri, bisikletle gezerken ayçiçek tarlalarının ardından izlediğim günbatımı, ve dahası.. Çok özlüyordum bu günleri. Sadece çocukluk da değil, mesela en erken 1-2 sene öncesine kadar özlüyordum. Şuanı da belki 1-2 sene sonra özlemeye başlayacağım.
Neden böyle diye hep düşündüm. Çünkü bu tür özlem duygusu o kadar rahatsızlık verici ki, anın tadını çıkaramıyorsunuz. Hep geçmişe takılıp kalmak hoş birşey değil, anı ıskalıyorsunuz.
Sonradan fark ettim ki, ölümsüzlüğe aşırı hayranlığım varmış. Yani eğer birşeyi sevmişsem, ona aşırı bağlanmışsam, asla kaybolmasını, bozulmasını istemiyordum. Aynen olduğu gibi mutlak şekilde kalmasını diliyordum. Ama sonra ne kadar hatalı bir düşünce olduğunu fark ettim bunun. Yalnızca Allah değil midir ölümsüz olan? Elbette O'dur. Ee? Ben niye gidip fani olan şeylerden ölümsüzlük bekliyordum ki? Allahtan gayrı hiçbirşeyde böyle bir özellik yok. Ama gidip de Allahtan gayrı şeylerde bunu aramışım. Allah affetsin ve bu kusurumu fark etmeme sebep olan Allah'a hamd olsun ayrıca. Ama cidden önemli bir sorun.
Şimdi nasıl düşündüğüme gelirsek, şimdilerde umursamaz bir insan haline geldim. Ne zaman birşeyi sevsem veya bağlanacak gibi olsam, nasıl olsa bir gün benden kopacak diye hemen aklıma geliyor. Alarm butonu gibi beni uyarıyor bu düşünce. Öyle kendini hemen kaptırma diyor, ayrılıklara hazırlıklı ol fazla alışma diyor. O yüzden artık pek ciddiye alamaz hale geldim. Belki bu tür düşünce tarzı da hatalıdır, bilemem. Belki aşırıya kaçıyorumdur. Zamanla göreceğiz. Birçok insan şikayet ediyor bu özelliğimden ama içimden böyle davranmak geliyor ve yapmacık da olamam ki.. :)
Buraya kadar yazdığım konular aslına bakarsanız yaklaşık 3-5 öncesine kadar kafamda dönüp dolaşan düşüncelerdi. Geçenlerde izlediğim bir belgesel konuyu kafamda tekrar gündeme getirmeme vesile oldu. Belgeselin ismi "Solucan Deliğinden" ve metafizik konuları bilimsel olarak açıklamaya çalışıyor. Söz konusu belgesel hakkında yorumlarımı yazacağım ama önce şu konuyu bitireyim. Yanlış hatırlamıyorsam 2. sezon olması lazım, kaçıncı bölüm olduğunu tam hatırlamıyorum. Neyse işte, zaman kavramından bahsediliyordu o bölümde. Entropi konusuna da değinildi. Sonradan kafama dank etti, herşeyin bozulması çürümesi konusu entropi ile açıklanabilirdi. Demek ki geçmişte daha az bozulmuş olan tecrübelerim bugün yaşadığım daha çok bozulmuş tecrübelerime nispeten daha kıymetli hale geliyor.
Bilimselliğe aşırı derecede düşkün bir insan değilim. Çünkü her bilimsel bulgu bizi kesin gerçeğe götürmüyor. Ama yine de bilimle ilgilenmekten de geri durmamaya çalışırım çünkü bir olgunun açıklamasını yaparken mantıksal verilere dayandırmak hoşuma gidiyor. Öyle daha inandırıcı ve tatmin edici oluyor.
Entropi denen konu termodinamikte geçiyor. İlköğretim okurken bize hep Girdi = Çıktı şeklinde öğretildi. Gerek fizik dersi gerek kimya dersi olsun hep bu dayanağa göre problemleri çözerdik. Ama öyle değilmiş işte. Girdi = Çıktı + Bozunan enerji halini alıyormuş meğer. Gözümüzle gördüğümüz herşeyin kaderinde var bu. Kaosa doğru sürükleniyoruz. Hep kayıptayız. İşe yarar enerjiler tükeniyor, tüm insanlar birer vampir gibi. Hep almak almak almak, vermeye gelince cimri olunuyor.
Entropi matematik kurallarını da yıkıyor demek. 3+2=5 diyemeyeceğiz yani, 3+2 ≤ 5 olacak anlamına geliyor bu.
Bir kötü haber daha, bozunma olayı zaman geçtikçe daha hızlı daha fazla hale geliyor. Tıpkı yüksekten bırakılan bir cismin yere düşerken hızlanarak ilerlemeye devam ettiği gibi. Cismin yere çarpması ise kıyametin kopması anlamına geliyor.
Şu entropi denen olay etrafımdaki herşeyi anlamsız boş hale getiriyor. Diyorum ki, nasıl olsa kopacak bir gün benden. Nasıl olsa sonucu belli. Birşeyin nasıl başladığı, nasıl devam ettiğinden ziyade nasıl bittiği önemli. Tabi bu benim şahsi fikrim. Kimisi var, olsun diyor, bile bile lades yapıyorlar, sonucunda çekeceği zararı göre göre o işe girişiyorlar. O, onların problemi. Zarara razı olana merhamet edilmez.
Tabi buraya kadar anlattıklarım sizi ümitsizliğe düşürmesin. Herşey zıddıyla kaim, entropinin de zıddı var. Entropinin zıddı hakkında bilimsel olarak hiçbir bilgim bulunmamakla beraber, imanımızı güçlü tuttuğumuz sürece entropinin etkilerinden minium derecede etkileniriz diye düşünüyorum. Bu da amelde samimiyet ile ve yüksek takva derecesi ile mümkün. Zaten kıaymetin sadece kafirler üzerine kopması üzerinde çok düşünülecek birşey. Demek ki bir müslüman her ibadet edişinde, kainatın dengesine ve güzelliklerinin devam etmesine katkı sağlamış oluyor. Ve her samimi müslümanın vefatıyla kainat ağlıyor. Çok ilginç bir konu bu. Düşünsenize, müslüman kardeşinize sırf Allah için bir tebessüm etmiş olsanız bile bir sünneti yerine getirmiş oluyorsunuz ve kainatın harika dengesi ve uyumuna katkı sağlamış oluyorsunuz. Fakat ne zaman ki Allah rızası haricinde bir amaçla bir amel edin, işte o zaman entropiyi hızlandırmış oluyorsunuz. Boş işler de buna dahil.
Entropinin negatif enerjisinden tamamen kurtulmak mümkün gibi görünmese de büyük ölçüde azaltmak mümkün. Yapılması gerekenler özetle şu şekilde olmalı:
- Kuranı ve sünneti iyice anlamaya çalışmak ve hayatımızda uygulamaya çalışmak.
- Kuran ve sünneti hayatımızda uygulamaya çalışırken azimli olmaya çalışmak, amelde devamlılığı sağlamak.
- Sevap getirmeyen boş işlerden uzak durmaya çalışmak (televizyon izlemek, sosyal medyada vakit geçirmek, vb.). Çünkü boş işler de sürekli tekrarlandığında imanı zayıflatabiliyor.
- Endüstriyel ve işlenmiş gıdalardan uzak durmak.
- Mümkün mertebe az satın almak.
- Sadaka vermek.
- Manyetik alanlardan ve radyasyondan uzak durmak.
- İnsan eli değen yapay şeylerden uzak kalmaya çalışmak ve doğal olanı tercih etmek.
- Tabiatla iç içe olmak.
İnsan eli değen hemen herşeyde bozulmuş entropi daha fazladır. Dolayısıyla insan eli değen şeylerle ne kadar haşır neşir olursanız o yozlaşırsınız, o kadar hakikatlerden uzaklaşırsınız, o kadar normalleriniz anormal, anormalleriniz normal olur.
Yediğimiz içtiğimize çok dikkat etmek lazım. Çünkü vücudunuza haram lokma giriyorsa dualarınızın kabul olma olasılığı düşer. Hatta içinizden dua etme isteği bile gelmez belki. Duamız olmasa ne ehemmiyetimiz var? Dualarımıza zarar gelmemesi için özellikle yediğimiz içtiğimize dikkat etmemiz lazım. Mesela endüstriyel ürünlerden mümkün mertebe uzak durmak lazım. Hemen hemen tüm işlenmiş gıdada lezzet artırmak, kıvam vermek, uzun süre dayanıklılık sağlamak, vb. amaçlarla kimisi zararlı kimyasal kimisi hayvanların yenilmeyen kısımlarından oluşan katkı maddeleri bulunmaktadır. Az da olsa birşey olmaz dememek lazım, çünkü taviz tavizi doğurur. Bu tür katkı maddeleri hem duanıza zarar getirip maneviyatınızı sarsar, hem de vücutta toksin birikimine sebep olup sağlık problemleri meydana getirir. Sonra doktora gidip ilaç aldığınızda aldığınız ilaçlarla birlikte daha fazla toksin almış olursunuz. Zarar üstüne zarar. Ayrıca haram bulaşmış lokmaları yedikçe doğru ve yanlışı birbirinden ayırt edemeyecek hale gelirsiniz, sizi düşünce yapınıza kadar mahveder.
Bir de az satın almak gerekiyor, elimizdekilerle yetinmeyi bilmek gerekiyor. İş hayatında olanlar bunu iyi bilir, ticarete çok fazla haram bulaştırıyorlar. Sattıkları üründe olmayan özellikleri varmış gibi gösteriyorlar. İşletmenin devamını sağlamak için birçok çalışanın hakkı yenilebiliyor. Onların kul hakları var satın aldığınız mallarda. Siz satın alırken para karşılığını vermiş olabilirsiniz belki ama verdiğiniz para tam karşılığı olmayabilir. İçerisine birçok haram karışmış olabilir. İşte bu yüzden olabildiğince satın almamak lazım. Hele ki sırf ucuzluk var diye, sırf beğendik diye hiç ihtiyacımız yokken satın almayı şahsen doğru bulmuyorum. Peki bu saate kadar satın aldıklarımızı nasıl temize çıkarabiliriz? İşte bunun en güzel yollarından biri sadaka vermek. Nasıl ki vücut temizliği için banyo yapıyoruz, sadaka da aynen öyle sahip olduğumuz mallardaki haram pislikleri temizlemeye vesile olur.
Tabiatla iç içe olmak lazım, çünkü doğaya çıktığınızda göreceğiniz orman, ırmak, dağ, temiz hava, hayvanlar, bitkiler, vs. herşey Allahı zikir halindedir. Ve biz insanlar fıtrat olarak ibadete muhtaç yaratıldığımız için tabiat bize huzur verir. Gerek canlıların zikri olsun, gerekse tabiata işlenmiş olan Allahın sıfatları olsun, tabiat manzaralarına baktıkça bakasımız gelir, içimiz açılır. Şehir trafiği ve gürültüsü tam tersi etki yapar. Stres, huzursuzluk, yorgunluk verir.
Son olarak manyetik alanlar ve radyasyon dedik, bu da alzheimer ve kanser riskini artırdığı için yine uzak durmak lazım. Mesela en basitinden cep telefonu ve interneti hayatımızda kısıtlamak lazım.
Aslında yukarıda yazdığım maddelerin hepsine tek tek kendi başına bir yazı bile yazabilirdim, çünkü cidden önemli konular. Bu maddeleri yerine getirmediğiniz takdirde benliğinizi yitirme, ne yaptığını ve kim olduğunu anlayamayacak kadar zavallı hale gelme söz konusu.
Allah sizi yozlaşma belasından korusun.
Belgeselden de bahsedip yazımı bitireyim. Solucan Deliği belgeseli bilimin henüz kanıtlayamadığı metafizik ve dini konulara değiniyor. Açıkçası bu belgeseli izlemek imanımı artırdı :D Belki de iman sahibi olanların imanlarını sorgulaması için yapılmış bir yapımdı ama öyleyse bende ters tepti yani bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Belgeselde yer alan bilimadamları dünyanın en saygın üniversitelerinin en ileri dereceli kişilerinden oluşuyor. Çok garip; 14 yüzyıl önce Kuran ve sünnetlerle öğrendiğimiz bilgileri bugün bu insanlar bilimsel temellere dayandırmak için milyarlarca dolarlar harcayıp deneyler ve simülasyonlar yapıyorlar. Sadece tek bir sorunun cevabını bulmak için 15-20 yıl aynı konu üzerinde araştırma yapıyorlar. Demek insan Allah'a teslim olmadığında ne kadar aciz hale geliyor. İslamı bizlere nasip eden Allah'a ne kadar şükretsek az. Düşünün bi de, dünyanın her tarafından öğrenciler, bu bilimadamlarının okudukları üniversiteye girebilmek için bir sürü zorlu sınavdan geçmek ve yılda 50-60 bin dolar eğitim masrafı ödemek zorunda. İnsanların bu haline güler misiniz ağlar mısınız? :)
Görüşürüz inşallah. Allah 'a emanet olun.
İçimde biriken düşünceler var ve bunları yazıya dökmem gerek acilen :) Yazdığımda çok rahatlıyorum, benim için bir nevi terapi gibi. İçimden ne geçerse yazıyorum o an. Geriye dönüp düzeltme yaptığım çok nadir oluyor. O an ne yazdıysam aynı o haliyle bırakmaya çalışıyorum. Bazen kafamda şunu şunu yazayım diye kurgu kuruyorum ve ona uymadığımı fark ediyorum, sonra bir bakmışım yazmayı planladığım şeyi hiç yazmamışım :) Nasibiniz buymuş demek :)
Bugün yazacağım konu geçmişimiz, şimdimiz ve geleceğimiz hakkında olacak.
Benim bir problemim var ve yıllardır devam ediyordu, cidden rahatsızlık duyuyordum bir zamanlar. Gerçi artık alışkanlık geldi üzerime, pek rahatsızlık da vermiyor artık. Problemim sürekli geçmişi özlemekle ilgili. Çocukluğumda tırmandığım kiraz ağacı, uyku saati gelip ışıklar kapandığında sobanın son kalan közlerinin odayı hafifçe aydınlatması, yine sobanın arkasına geçip sıcaktan mayışarak çizdiğim resimler, yaptığım el işleri, bisikletle gezerken ayçiçek tarlalarının ardından izlediğim günbatımı, ve dahası.. Çok özlüyordum bu günleri. Sadece çocukluk da değil, mesela en erken 1-2 sene öncesine kadar özlüyordum. Şuanı da belki 1-2 sene sonra özlemeye başlayacağım.
Neden böyle diye hep düşündüm. Çünkü bu tür özlem duygusu o kadar rahatsızlık verici ki, anın tadını çıkaramıyorsunuz. Hep geçmişe takılıp kalmak hoş birşey değil, anı ıskalıyorsunuz.
Sonradan fark ettim ki, ölümsüzlüğe aşırı hayranlığım varmış. Yani eğer birşeyi sevmişsem, ona aşırı bağlanmışsam, asla kaybolmasını, bozulmasını istemiyordum. Aynen olduğu gibi mutlak şekilde kalmasını diliyordum. Ama sonra ne kadar hatalı bir düşünce olduğunu fark ettim bunun. Yalnızca Allah değil midir ölümsüz olan? Elbette O'dur. Ee? Ben niye gidip fani olan şeylerden ölümsüzlük bekliyordum ki? Allahtan gayrı hiçbirşeyde böyle bir özellik yok. Ama gidip de Allahtan gayrı şeylerde bunu aramışım. Allah affetsin ve bu kusurumu fark etmeme sebep olan Allah'a hamd olsun ayrıca. Ama cidden önemli bir sorun.
Şimdi nasıl düşündüğüme gelirsek, şimdilerde umursamaz bir insan haline geldim. Ne zaman birşeyi sevsem veya bağlanacak gibi olsam, nasıl olsa bir gün benden kopacak diye hemen aklıma geliyor. Alarm butonu gibi beni uyarıyor bu düşünce. Öyle kendini hemen kaptırma diyor, ayrılıklara hazırlıklı ol fazla alışma diyor. O yüzden artık pek ciddiye alamaz hale geldim. Belki bu tür düşünce tarzı da hatalıdır, bilemem. Belki aşırıya kaçıyorumdur. Zamanla göreceğiz. Birçok insan şikayet ediyor bu özelliğimden ama içimden böyle davranmak geliyor ve yapmacık da olamam ki.. :)
Buraya kadar yazdığım konular aslına bakarsanız yaklaşık 3-5 öncesine kadar kafamda dönüp dolaşan düşüncelerdi. Geçenlerde izlediğim bir belgesel konuyu kafamda tekrar gündeme getirmeme vesile oldu. Belgeselin ismi "Solucan Deliğinden" ve metafizik konuları bilimsel olarak açıklamaya çalışıyor. Söz konusu belgesel hakkında yorumlarımı yazacağım ama önce şu konuyu bitireyim. Yanlış hatırlamıyorsam 2. sezon olması lazım, kaçıncı bölüm olduğunu tam hatırlamıyorum. Neyse işte, zaman kavramından bahsediliyordu o bölümde. Entropi konusuna da değinildi. Sonradan kafama dank etti, herşeyin bozulması çürümesi konusu entropi ile açıklanabilirdi. Demek ki geçmişte daha az bozulmuş olan tecrübelerim bugün yaşadığım daha çok bozulmuş tecrübelerime nispeten daha kıymetli hale geliyor.
Bilimselliğe aşırı derecede düşkün bir insan değilim. Çünkü her bilimsel bulgu bizi kesin gerçeğe götürmüyor. Ama yine de bilimle ilgilenmekten de geri durmamaya çalışırım çünkü bir olgunun açıklamasını yaparken mantıksal verilere dayandırmak hoşuma gidiyor. Öyle daha inandırıcı ve tatmin edici oluyor.
Entropi denen konu termodinamikte geçiyor. İlköğretim okurken bize hep Girdi = Çıktı şeklinde öğretildi. Gerek fizik dersi gerek kimya dersi olsun hep bu dayanağa göre problemleri çözerdik. Ama öyle değilmiş işte. Girdi = Çıktı + Bozunan enerji halini alıyormuş meğer. Gözümüzle gördüğümüz herşeyin kaderinde var bu. Kaosa doğru sürükleniyoruz. Hep kayıptayız. İşe yarar enerjiler tükeniyor, tüm insanlar birer vampir gibi. Hep almak almak almak, vermeye gelince cimri olunuyor.
Entropi matematik kurallarını da yıkıyor demek. 3+2=5 diyemeyeceğiz yani, 3+2 ≤ 5 olacak anlamına geliyor bu.
Bir kötü haber daha, bozunma olayı zaman geçtikçe daha hızlı daha fazla hale geliyor. Tıpkı yüksekten bırakılan bir cismin yere düşerken hızlanarak ilerlemeye devam ettiği gibi. Cismin yere çarpması ise kıyametin kopması anlamına geliyor.
Şu entropi denen olay etrafımdaki herşeyi anlamsız boş hale getiriyor. Diyorum ki, nasıl olsa kopacak bir gün benden. Nasıl olsa sonucu belli. Birşeyin nasıl başladığı, nasıl devam ettiğinden ziyade nasıl bittiği önemli. Tabi bu benim şahsi fikrim. Kimisi var, olsun diyor, bile bile lades yapıyorlar, sonucunda çekeceği zararı göre göre o işe girişiyorlar. O, onların problemi. Zarara razı olana merhamet edilmez.
Tabi buraya kadar anlattıklarım sizi ümitsizliğe düşürmesin. Herşey zıddıyla kaim, entropinin de zıddı var. Entropinin zıddı hakkında bilimsel olarak hiçbir bilgim bulunmamakla beraber, imanımızı güçlü tuttuğumuz sürece entropinin etkilerinden minium derecede etkileniriz diye düşünüyorum. Bu da amelde samimiyet ile ve yüksek takva derecesi ile mümkün. Zaten kıaymetin sadece kafirler üzerine kopması üzerinde çok düşünülecek birşey. Demek ki bir müslüman her ibadet edişinde, kainatın dengesine ve güzelliklerinin devam etmesine katkı sağlamış oluyor. Ve her samimi müslümanın vefatıyla kainat ağlıyor. Çok ilginç bir konu bu. Düşünsenize, müslüman kardeşinize sırf Allah için bir tebessüm etmiş olsanız bile bir sünneti yerine getirmiş oluyorsunuz ve kainatın harika dengesi ve uyumuna katkı sağlamış oluyorsunuz. Fakat ne zaman ki Allah rızası haricinde bir amaçla bir amel edin, işte o zaman entropiyi hızlandırmış oluyorsunuz. Boş işler de buna dahil.
Entropinin negatif enerjisinden tamamen kurtulmak mümkün gibi görünmese de büyük ölçüde azaltmak mümkün. Yapılması gerekenler özetle şu şekilde olmalı:
- Kuranı ve sünneti iyice anlamaya çalışmak ve hayatımızda uygulamaya çalışmak.
- Kuran ve sünneti hayatımızda uygulamaya çalışırken azimli olmaya çalışmak, amelde devamlılığı sağlamak.
- Sevap getirmeyen boş işlerden uzak durmaya çalışmak (televizyon izlemek, sosyal medyada vakit geçirmek, vb.). Çünkü boş işler de sürekli tekrarlandığında imanı zayıflatabiliyor.
- Endüstriyel ve işlenmiş gıdalardan uzak durmak.
- Mümkün mertebe az satın almak.
- Sadaka vermek.
- Manyetik alanlardan ve radyasyondan uzak durmak.
- İnsan eli değen yapay şeylerden uzak kalmaya çalışmak ve doğal olanı tercih etmek.
- Tabiatla iç içe olmak.
İnsan eli değen hemen herşeyde bozulmuş entropi daha fazladır. Dolayısıyla insan eli değen şeylerle ne kadar haşır neşir olursanız o yozlaşırsınız, o kadar hakikatlerden uzaklaşırsınız, o kadar normalleriniz anormal, anormalleriniz normal olur.
Yediğimiz içtiğimize çok dikkat etmek lazım. Çünkü vücudunuza haram lokma giriyorsa dualarınızın kabul olma olasılığı düşer. Hatta içinizden dua etme isteği bile gelmez belki. Duamız olmasa ne ehemmiyetimiz var? Dualarımıza zarar gelmemesi için özellikle yediğimiz içtiğimize dikkat etmemiz lazım. Mesela endüstriyel ürünlerden mümkün mertebe uzak durmak lazım. Hemen hemen tüm işlenmiş gıdada lezzet artırmak, kıvam vermek, uzun süre dayanıklılık sağlamak, vb. amaçlarla kimisi zararlı kimyasal kimisi hayvanların yenilmeyen kısımlarından oluşan katkı maddeleri bulunmaktadır. Az da olsa birşey olmaz dememek lazım, çünkü taviz tavizi doğurur. Bu tür katkı maddeleri hem duanıza zarar getirip maneviyatınızı sarsar, hem de vücutta toksin birikimine sebep olup sağlık problemleri meydana getirir. Sonra doktora gidip ilaç aldığınızda aldığınız ilaçlarla birlikte daha fazla toksin almış olursunuz. Zarar üstüne zarar. Ayrıca haram bulaşmış lokmaları yedikçe doğru ve yanlışı birbirinden ayırt edemeyecek hale gelirsiniz, sizi düşünce yapınıza kadar mahveder.
Bir de az satın almak gerekiyor, elimizdekilerle yetinmeyi bilmek gerekiyor. İş hayatında olanlar bunu iyi bilir, ticarete çok fazla haram bulaştırıyorlar. Sattıkları üründe olmayan özellikleri varmış gibi gösteriyorlar. İşletmenin devamını sağlamak için birçok çalışanın hakkı yenilebiliyor. Onların kul hakları var satın aldığınız mallarda. Siz satın alırken para karşılığını vermiş olabilirsiniz belki ama verdiğiniz para tam karşılığı olmayabilir. İçerisine birçok haram karışmış olabilir. İşte bu yüzden olabildiğince satın almamak lazım. Hele ki sırf ucuzluk var diye, sırf beğendik diye hiç ihtiyacımız yokken satın almayı şahsen doğru bulmuyorum. Peki bu saate kadar satın aldıklarımızı nasıl temize çıkarabiliriz? İşte bunun en güzel yollarından biri sadaka vermek. Nasıl ki vücut temizliği için banyo yapıyoruz, sadaka da aynen öyle sahip olduğumuz mallardaki haram pislikleri temizlemeye vesile olur.
Tabiatla iç içe olmak lazım, çünkü doğaya çıktığınızda göreceğiniz orman, ırmak, dağ, temiz hava, hayvanlar, bitkiler, vs. herşey Allahı zikir halindedir. Ve biz insanlar fıtrat olarak ibadete muhtaç yaratıldığımız için tabiat bize huzur verir. Gerek canlıların zikri olsun, gerekse tabiata işlenmiş olan Allahın sıfatları olsun, tabiat manzaralarına baktıkça bakasımız gelir, içimiz açılır. Şehir trafiği ve gürültüsü tam tersi etki yapar. Stres, huzursuzluk, yorgunluk verir.
Son olarak manyetik alanlar ve radyasyon dedik, bu da alzheimer ve kanser riskini artırdığı için yine uzak durmak lazım. Mesela en basitinden cep telefonu ve interneti hayatımızda kısıtlamak lazım.
Aslında yukarıda yazdığım maddelerin hepsine tek tek kendi başına bir yazı bile yazabilirdim, çünkü cidden önemli konular. Bu maddeleri yerine getirmediğiniz takdirde benliğinizi yitirme, ne yaptığını ve kim olduğunu anlayamayacak kadar zavallı hale gelme söz konusu.
Allah sizi yozlaşma belasından korusun.
Belgeselden de bahsedip yazımı bitireyim. Solucan Deliği belgeseli bilimin henüz kanıtlayamadığı metafizik ve dini konulara değiniyor. Açıkçası bu belgeseli izlemek imanımı artırdı :D Belki de iman sahibi olanların imanlarını sorgulaması için yapılmış bir yapımdı ama öyleyse bende ters tepti yani bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Belgeselde yer alan bilimadamları dünyanın en saygın üniversitelerinin en ileri dereceli kişilerinden oluşuyor. Çok garip; 14 yüzyıl önce Kuran ve sünnetlerle öğrendiğimiz bilgileri bugün bu insanlar bilimsel temellere dayandırmak için milyarlarca dolarlar harcayıp deneyler ve simülasyonlar yapıyorlar. Sadece tek bir sorunun cevabını bulmak için 15-20 yıl aynı konu üzerinde araştırma yapıyorlar. Demek insan Allah'a teslim olmadığında ne kadar aciz hale geliyor. İslamı bizlere nasip eden Allah'a ne kadar şükretsek az. Düşünün bi de, dünyanın her tarafından öğrenciler, bu bilimadamlarının okudukları üniversiteye girebilmek için bir sürü zorlu sınavdan geçmek ve yılda 50-60 bin dolar eğitim masrafı ödemek zorunda. İnsanların bu haline güler misiniz ağlar mısınız? :)
Görüşürüz inşallah. Allah 'a emanet olun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)